"Tarih, üzerinde uzlaşılmış bir yalanlar silsilesidir." demiş Napolyon.

Ondan da öte aslında.

Bir defa o yalanlar üzerinde tam olarak uzlaşılmış değil.

Hepsi yalan da değil.

Gerçek ve yalan içiçe.

Fakat herkesin gerçeği ve yalanı kendine göre. Birinin gerçeği diğerinin yalanı.

Birinin dev dediğine diğeri cüce diyor.

Birinin kahramanı, diğerinin haini olabiliyor.

Tarihi, her inanç ve ideoloji kendine göre kurgulamış.

Ve bu kurgulama her gün yeniden yapılıyor. Yani olmuş bitmiş olaylar, ihtiyaca göre yeniden, yeniden yazılıyor.

Yazılmakla da kalmıyor, bizim gibi ülkelerde toplum biraz da bu olaylar üzerinden çatıştırılıyor.

Her gün bir tarihi olay üzerinden toplumun çeşitli kesimleri birbirine giriyor. Sosyal medya çalkalanıyor.

Sanki tarihteki olaylar her zaman ya mutlak doğru veya mutlak yanlışmış gibi.

Osmanlı, Cumhuriyet, Abdülhamit, Vahdettin, Enver Paşa, Lozan, Atatürk, İnönü, Menderes ve hemen her konu...

Oysa günümüzde olduğu gibi tarihte de hiçbir şey siyah beyaz değil.

Gri alanlar çok daha fazla.

Gerçek, çok zaman arada bir yerde.

O tarafın da bu tarafın da doğruları var, ama yanlışları da var.

Fakat böyle bakmak çoğunluğun işine gelmiyor.

Kendi ideolojimize göre oluşturduğumuz küçük bir menfezden bakmak daha çok hoşumuza gidiyor.

O zaman sırtımızı bir tarafa dayayıp karşı tarafa/taraflara sürekli atış yapıyoruz.

Bir çeşit savaş oyunu gibi.

Fakat bu bir oyun değil.

Bu tavır çok zarar veriyor.

Enerjimizi emiyor.

Yazık oluyor hepimize.

Geleceğimize.

En çok da gerçeğe.

Bir de bu tartışmalar, daha önemli bazı gerçeklerin gizlenmesine yarıyor.