Ölümler doğumları, doğumlar ölümleri hazırlar. Ölümlerde hep yaşlılar için düşünürdüm, oysa hiç de öyle değilmiş... Doğum bedenden yeni kopan bir parça. Yaşama dört elle sarıldığımız bizim geleceğimiz çocuklar. Yaşlılar yiten kültürümüzün bir parçası... Simdi sıra şaşmış, hastalıklar çağın getirdiği teknik bizleri ha bire yutuyor genç yaşlı demeden…Ölmek için artık büyümek gerekmiyor.

Ölüm yaşamın bir parçası da olsa ölümsüzlüğü düşününce akıllara durgunluk gelir. Ama nedense genç, yaşamına doymamış, hayatın zevklerinden yeterince nasibini almamış birisinin ölümüne tahammül hayli zor... Onu sevenlere acı ve hüzün, tatlı anılar kalır geride...

Kutsal kitaplar yaşamın en belirgin yanı ölüm realitesinde buluşurlar. Hepimiz o yolun yolcusuyuz. Yüz çevirecek bir halimiz yok. Kürtlerin bir sözü var yad etmeden olmaz, 'mirin lokê qemere, deri bi deri digere.' (ölüm yağız erkek devedir. Kapı kapı gezer.)

Sırası gelmişken biraz mezarlıkların bakımından dem vurmak istiyorum ki ebediyete göç edenlerin değeri bilinsin. Sevdiğimiz nice insanı, hüzün ve göz yaşı içinde uğurladığımız o mekanları sahiplenme sorumluluğuna katkı sunmak erdemliliktir. Onun için 'diriden ölüye olmazsa hürmet / yıkılmaya mahkumdur o millet' vecizesinden hareketle mezarlıkların yaşamın bir parçası olarak bakmalıyız. Bu vesileyle mezarlıklara gereken ilgiyi göstermek, gerekli bakımı yapmak yaşayanların ölenlere olan saygısını, sevgisini gösterir.

Hani mezarlıklara gittiğiniz de her mezarın taşın da bir öğüt, bir nasihat bulunur. En çok rastlanan sözlerden bazıları; 'bu günü bana, yarını sana,' ya da 'ölüm gelmiş cihane baş ağrısı bahane' gibi insanların ibret alması gereken mesajlar verilir. Lakin şu toplumda yaşanan olumsuzlukları görünce hiç kimsenin ibret almadığı meydanda.

Ölüm kadar acı, ölüm kadar zor bir olay yok, hem ölümün acısını yaşayanlar için hem de yaşlanıp ayağının çukura kaydığını görenler, hissedenler için... Mezarlıklara gidildiğinde, 'hey be bir gün bizi de buraya gömecekler' diyenler olduğu gibi, her şeyi orada bırakıp normal yaşamında bir iz düşümü olmayanlarda vardır.

Bu girizgahtan sonra bu yazıyı yazmama vesile olan yazar, Mehmet Akbaş'a geliyorum. Bu gün aramızdan ayrılan, ebediyete göç eden hangi nazenin kelimeyi kullansam ona az gelir. Kibar, saygın, samimi, tane tane konuşur, meramını ifade etmesini bilen, nüktedan bir insandı. Mehmet Akbaş'ı beraber yazı yazdığımız gazeteden tanıdım. Zehra Vakfının üyesiydi. 28 Şubat'ta zaman zaman çektiği sıkıntıları anlatırdı. Samimiyetimiz ve dostluğumuz öyle devam etti. Sonra bir kaç radyo ve tv programı beraber yaptık. Bugün aramızdan ayrılmasının anısına sizlerle bu yazıyı paylaştım.

Yer yüzündeki bunca çirkinliklere rağmen yaşamak kadar güzel bir şey yoktur. Yaşıyoruz, çünkü burada bir uğraş bir mücadele bir azim var. Yaptıkların ve yapmak için uğraşılan insanlığa faydalı hizmetler sunma arzusu tüm yaşayanların zihninde yatar. Bunun yanında acı, göz yaşı, elem, keder ve hüzünde yaşantının bir parçası olduğu bunu yaşamamak ve yaşatmamak hepimizi sevindirir. Hepsi ama hepsi dünyada mutlu yaşamak içindir. Koca Yunus'un şu sözünden ders alabilene ne mutlu.'Mal sahibi , mülk sahibi / hani bunun ilk sahibi/Malda yalan mülkte yalan / al biraz da sen oyalan'

Ölümden sonrası ancak dini kitapları okuyarak paylaşabiliriz. 'Niçin ölüm acıdır' sorulursa o verilen cevapların ardı arkası kesilmez. 'Ölüm niçin kötüdür' denilse yine herkesten her türlü cevap verilmeye hazır. Birilerinin ölümünü isteyenler olduğu gibi ölümünü isteyen nice yatalak insan gördük. Hatta ötenaziyi bile arzulayanlar var. Ölüm bazıları için çok zor bazıları için çok kolay gelir. Peki ölüm olmasaydı halimiz nice olurdu?

Ölüm ister istemez ahde vefa anlamında kendimi mecbur htim. İnsanların ortak, güzel anıları oldu mu? üzülmemek, onları anmamak mümkün mü ? Bu vesileyle erdemli bir kişiliği ile kalemi ve samimiyeti ile değer verdiğim Mehmet Akbaş'ın aramızdan ayrılışını acısını unutmak mümkün değil. Böbrek hastası olan bu dostumuz, böbrek nakli için yapılan

çalışmalar sırasında 'etik kurul' denilen bürokrasinin aşılmaz handikabına takıldı. Mehmet Akbaş'ın hastalığı üzerine bürokrasi ve devletin ilgisizliği onu kahretti. Herkesin hayattan beklentileri vardır. O beklentileri yanında sağlığı öncelikliydi. Çocuklara yönelik yazdığı yazılar hayli dikkat çekiciydi. O 'çocuklar geleceğin teminatı' düşüncesiyle hep yazdı. Sessiz ve sade bir kalemdi. Allahtan rahmet diliyorum.