Bir şehrin hafızasının olduğunu öncül bilgilerimizle ve fehmimizle kabullenmişsek eğer, o halde, o şehrin hafızasına da bu vesileyle saygı göstermemiz gerekiyor demektir. Bu saygıyla ve bu kabullenişle birlikte, o şehrin manevi şahsiyeti etrafında gelişen ve filizlenen bütün değer yargılarına da hürmet etmemiz gerekiyor demektir aynı zamanda…
Bir şehrin hafızasının olduğunu ve hafızanın da o şehrin sahip olduğu kültürel ve manevi değerlerden oluştuğunu fehmimizle kabul ettiğimize göre o değerler, var oldukça ve insanlar bu değerlerin etrafında toplanarak kendilerine yeni açılımlar sağladıkları müddetçe, şehrin hafızası da kaybolmaz ve körelmez, bilakis gençleşir.
Şehrin hafızasını oluşturan bu değerlerin yanında ve üstünde bir değer daha vardır. Ki o değer, o şehrin (Rasim Özdenören'in ifadesiyle) 'makamı'dır. Zaten, şehrin hafızasını genç tutan ve körelmesini engelleyen de şehrin makamı değil midir? Peki, şehrin makamı nedir, nasıl ortaya çıkmıştır, fonksiyonları nelerdir, makamın makam olduğunu nasıl ve ne şekilde anlayacağız?
Şehrin makamı, o şehir olmadan önce de var olan, o şehirle birlikte veya sonradan oluşan, o şehirle birlikte anılan veyahut da o makam söylendiğinde eğer, o şehir akla geliyorsa işte O, o şehrin makamı'dır. O makam, o şehrin bir tür koruyucusu, yöneten/gözeten gizli bir eli, kendisinden icazet alınan bir başvuru dergahı.
Bir şehrin makamı, o şehri şehir yapan ve o makam söylendiğinde o şehri hatırlatan en önemli öğedir. Şehrin kültürel ve manevi değerleri de bu makam çerçevesinde gelişir, dal budak salar. Öncenin ve sonranın hayat ve güç bulacağı bir rehber olma özelliği kazanır makam. Makam, gözle görülür, fiziki bir yapı değildir. Yani taş, toprak, harçtan müteşekkil bir bina değildir. Bunun ötesinde 'Ruh'tur. Makam olarak belirlenen yerin ruhudur.
Makam, sadece bir tanedir iki tane olmaz… Çünkü bu durum, tabiatın kanununa da terstir. İki kutbun varlığı, daima çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Mıknatısın farklı uçları hiçbir zaman bir araya gelmez. Sürekli birbirilerini kendi merkezlerinin dışına iterler.
Çünkü onların bir noktada kalabilmeleri için farklı yerlerde bulunmaları ve birbirilerini merkezin dışına itmeleri gerekiyor. Tam tersi durumda yani mıknatısın iki ucunun bir araya gelmesiyle (ki gelmeyecektir) birlikte iki uç, bir araya gelmemek için habire birbirlerini itmeye başlayacaklardır. Yani meseleyi sosyolojik olarak değerlendirecek olursak; iki başlı olan yerde çatışmalar, çekişmeler sürekli çıkacak, böylece huzur da kalmayacaktır.
Makam şehirler, canlı bir organizma gibi içinde ve yöresinde yaşayan insanları, kendi ruhaniyetleri altına alma özelliğine sahiptirler. Şehrin makamı ile her gün hemhal olan insanlar, yaptıkları her işte, ortaya koydukları tavırlarda makamın kendilerine verdiği aşkınlık ile işlerini ve tavırlarını geliştirirler..
Makam, şehrin ilk yerlisidir. Çünkü şehir, şehir olmadan önce de şehir olduktan sonra da o makam orada olduğuna göre, sonradan gelen insanlara kucak açmış ve onları buraya alıştırmıştır. Böylece her fırsatta ve her olayda makam öne çıkarak, artık yerlileşen şehir halkına da öncülük etmeye başlamıştır. Makam, aynı zamanda birlik ve beraberliğin de bir simgesi olmuştur.
Sadece bazı şehirlerin makamları vardır. Bu makamlar söylendiğinde, o şehirler kendiliğinden akla gelir. Çünkü o makam, o şehrin her şeyidir. Çünkü o makam, şehri kol ve kanatları altına almıştır. Şehrin gözü, kulağı, kalbi olmuştur. Ve dışarıdan gelebilecek her türlü taarruza karşı şehri koruma altına almıştır.
Her şehrin makamı yoktur. Ama bazı şehirleri de öne çıkaran 'makam'lar (bunlara makam dememiz doğru olmaz ancak, konunun daha anlaşılır hale gelebilmesi için bu ifadeyi kullanıyorum.) vardır ki, bu, tamamen ruhsuz, maddeperest makamlardır. Yok olmaya, tükenmeye açık makamlar… Çünkü bu makamların ruhu maddeye dayalıdır. Madde tükendiği zaman ruh da kaybolur. Geriye iskelet dahi kalmaz.
Bir de insanları insan eden, onlara erdemler kazandıran, manevi yönden geliştiren - güçlendiren makam şehirler vardır. Mekke, Medine, Bağdat, İstanbul, Konya ve Urfa gibi…
Bu şehirlerin sahip oldukları makamlar, insanlığın önünü hep açmış, daha mutlu bir gelecek, insanlar için erdemli ve mutlu bir dünya sunmuştur.
Bu mutlu ve erdemli dünyada dik kafalılık yoktur, riyakarlık, vahşet, kendini beğenmişlik vs… yoktur. Hayata güzel tarafından bakmak vardır. Tevazu ve vakar vardır…