Çocukluk günleri, ilçeden şehre bakış...
Üzerinden neredeyse elli sene geçmiş.
Bir geçmişe bakmak ve bu günle karşılaştırma merakı.
*
Kalabalık bilirdik, çocukken her şehre gelişimizi.
Karınca gibi bir koşuşturma, arı kovanı misali hareketlilik vardı, şehirde.
Herkes bir yerlere gidiyor, bir yerden geliyor.
Muhakkak bu canlılığın işaretiydi, hareketlilik. Alışverişin yoğunluğu karşısında şaşırmamak elde değildi.
*
Demek ki şehirde herkes yerinde duramaz, çalışarak ekmeğinin peşinde koşar, akşama eli dolu olarak gelirdi, evine.
Lokantalarda onlarca çeşit yemeğe eşlik eden tatlıcı dükkanları, simit satıcıları, ayrancılar, soğuk su satanlar, her köşe başında birden bire görülen ekmek arası köfte satıcıları,..
*
Şehre gelişimiz sabahın erken vakti.
Düğüne gider gibi, en yeni elbisemizi giymiş olurduk.
Şehre gelişlerimiz, ayda biri zor bulurdu, yalnız.
Otuz kilometrelik yol, şimdiye göre çekilmez olsa da minibüse bindiğimizde, 'Tek rakibim Türk Havayolları' yazısını adeta ezberlemiştik.
*
Balık sırtı, iki aracın karşılıklı geçişinde birinin muhakkak yana doğru çekilmesiyle başlayan yolculuk, açık camdan gelen esintiyle bizi yaz sıcağında serinletirdi.
Âdeta şehrin bizi beklediği intibasi üzerimizdeydi.
Kolay mıydı, bir gün öncesinden hazırlıklar?
Bir saati çoktan bulan yolculuk süresince nereye gideceğimiz, ne yapacağımız tekrar hafızamızda canlanırdı.
*
Öncelikle çizgi romanların okunmuş olanlarının takası, yeni alınanlara birkaç ilave, sonrasında sinemaya gitmeden ekmek arası köfte ve sinemada çıtırdatmak için eğlence adını verdiğimiz çekirdek.
Sinemada buz için de soğutulmuş gazoz. Sarısına 'meyveli', siyahına 'kola'denirdi. Her gazoz kapağının içinde olan mantar, gaz sızmasını önlemek içindi, çok sonrası anlamıştık.
Sinemadan çıkar çıkmaz elimizdeki listeyi temin etme telaşı.
*
Sınırlı verilen paraya gizliden eklediğimiz biriktirdiğimiz harçlık, adeta yolda bulmuş gibi sevinç verirdi, bize.
Uzunca minaresiyle Ulu Camiî... Okunan ezanı huşuyla dinleme.
İlçede içmekten korktuğumuz sigarayı istiyakla içme zevki, büyüdüğümüzün işareti. Daima iç cebimizde bulunan tarak ve küçücük aynamız...
Alınan öteberi...
Bir evin ihtiyaçları arasında listede olan ne varsa. Her şeyde sabahleyin şehirli iken, aldığımız eşyaları taşırken ilçe minibüs durağında köylülüğü gizleyemezdik.
Susamışlığı gideren soğuk limonata...
İnce uzun cam bardakta bitmeyecekmiş gördüğümüz sapsarı limonata iki üç içiste biterken, bembeyaz kepli, elinde su ibriği ve verilen parayı alan adama imrenişimiz.
*
Saati geçen bekleyiş sonrası gelen minibüs, dolmayı bekler.
Aldığımız gazeteler, elbette önce okunmak, sonra evde camların silinmesi parlaklığı için.
Şimdi şehirde olmanın yalnızlığı içinde, kalabalıkların hareketliliğinin geçim sıkıntısından kaynaklandığını, şehirlinin çalışmadığı zaman aç kalma korkusuyla başbaşa olduğunu daha iyi anlıyorum.
Ev kirası, yol ücreti, fırından alınan ekmek parası, okula giden çocukların masrafı.
Yaşı elliyi geçen, altmışı bulanların bizi iyi anlayacağını sanıyorum.
Şehirdeki kalabalıkların içinde yalnızlığı saklamanın gereği yok, aslında.
*
Eski komşuluk bağlarının kalmayışı, hemen hemen herkesin çok katlı binalara taşınması, mahallenin ortadan kalkması, sitelerin ortaya çıkması, komşunun kapısını çalamama...
Oturup şehir hakkında ne varsa yazılan kitaplarda tesellî bulma arayışı, neden sanırsınız?
İlçeden her gelişte duyduğumuz heyecan, şimdi pörsümüş memede damla süt kadar bile mana taşımıyor.
Herkes kendi telaşında, saklanan yalnızlık, şehrin caddelerinde gizlenecek bir ayıp değil.
Mahalle bakkalı, beş yıldır alışveriş yaptığımız bir kişi. Vefatını geçen hafta oğlundan duydum.
*
Şehirde yalnızlık, yarada bir hançer misali; Çıkarsanız kan kaybından öleceksiniz, kalsa daima acı verecek...
Özellikle son iki sene dışarı çıkamama bu yalnızlığı git gide artırıyor, dolaşamadığımız şehirde.
Nedense herkes güzel şartlarda yaşamak ister.
İmkan ölçüsünde hayallerin gerçekleşmesi söz konusu. Fazlasını bekleme, bir facia.
Köyden, ilçeden kopup şehre sığınma bir felakete dönüştü çağımızda.
Şehirler, bir insan istif deposu.
Köyler, ilçeler bomboş.
Şehirlerin taşı ve toprağı altın olmaktan çıkalı yetmiş yıl oldu.
Durup düşünsek mi?
Nerede hata yaptık?