Şehirleri canlı birer organizma gibi kabul ettiğimize göre, artık onların kimlikli olması gerektiğini de kabul etmek durumundayız. Çünkü bir arada yaşamak ihtiyacında olan insan, (İbn-i Haldun'un da dediği gibi) medenileşmek zorundadır. Medenileşmenin birinci şartı da şehirde yaşamakla ancak mümkün olabilir. Bu yüzden de şehirler, belli bir format üzerine kurulmak ve geleceğini bu minval üzere sürdürmek durumundadır.

Çünkü şehir kimliği, şehrin görüntüsünü şu veya bu şekilde etkileyen, geçmişle gelecek arasında kurulabilecek bağların ortaya koyduğu bir anlamlar bütünlüğüdür. Bu vesileyle şehirler, değişik format ve özelliklere sahip olmakla birlikte onların bu yapısını etkileyen sosyal, kültürel, ekonomik, tarihsel ve fiziksel faktörler, o şehri ve şehirlilerin ruh yapısını etkileyerek biçimlendirir. Bu açıdan bakıldığında şehir kimliği, şehrin (doğal olarak mekanların ve yaşanılan çevrenin) biçimsel ve insani tüm özelliklerini kapsamaktadır. Ki bu durum, gerek doğal olan değişimler ve gerekse yapay olan değişimler arasındaki etkileşimlerle birlikte beşeri temayülleri içerisinde barındırmakta ve bu sürekli olarak gelişerek, yenilenerek sürmektedir.

Evet, şehir hafızası olan canlı bir organizmadır; bizden aldıklarını tekrar bize geri verme özelliğine sahiptir. Güzel yanlarımızı şehre verdiğimizde, o da bize güzel ve yaşanabilir bir ortam sağlayabiliyor. Kötücül yanlarımızı verdiğimizde ise unutmayalım insan intikamcıdır, şehir de intikamını en kötü biçimde alacaktır biz insandan.

Çünkü şehir bizden biridir ve bizim yapımızı yansıtan bir aynadır. Gördüklerini, yaşadıklarını, bizden aldıklarını tekrar bize geri verme özelliğine sahip olduğuna göre, şehirlerimizi tasarlarken ve kurarken bilinçle, sadakatle ve samimiyetle bütün plan ve tasavvurlarımızı yeniden gözden geçirmek durumundayız. Çünkü kurduğumuz şehirlerde sadece bizler değil, geleceğimiz olan çocuklarımız ve onların çocukları da yaşayacak. Çocuklarımızla birlikte hayata bakış açımız, sanat anlayışımız, dini/ideolojik tasavvurumuz, zevkimiz de aktarılacak o şehirlere. Böyle olduğu için şehri tasarlarken ve kurarken kendi geleneklerimize, bizi biz yapan değerlerimize dönmeliyiz.

Şehrin bizden biri olduğunu kabul etmiş ve bizden birine karşı işlenen cürümün de şehir tarafından bir gün karşılıksız bırakılmayacağına kanaat getirdiğimize göre, yaşadığımız şehir olan Urfa'yı tasarlarken ve kurgularken, kendi değerlerimizi unutmamız gerekiyor.

Unutmayalım Urfa, kökleri derinde olan bir şehirdir. Böyle olduğu için Urfa'yı yönetenlerle birlikte Urfa'da yaşayan herkes, bu şehre karşı birebir sorumludur ve Urfa'nın kadim kimliğini şehrin her unsuruna yansıtmak zorundadırlar…