Harp, devletlerarasında olur.

Şehirlerarasında rekabet, bazen kavga olur.

Peki, bir şehrin iki mahallesi arasında harp olur mu? Olur.

Eskiden Urfa'da, Karakoyun Deresinin iki yanındaki mahallelerin gençleri ve çocukları arasında zaman zaman sapan harbi olurdu. Üç yerden söz ediliyor: Eyyübiye-Kalaboynu, , Dergezenli-Tılfındır ve Kamberiye-Bedendibi…

Ben Kamberiyeli olduğum için çocukluğumun hatıraları arasında bu sapan harpleri de yer tutar.

Bizden önce çok daha fazla, çok daha profesyonel ve o oranda yıkıcı, yaralayıcı, kavgalara, sürekli husumete sebep olurmuş.

Daha basit ve daha az olmakla beraber, bizim zamanımızda da olurdu.

Önce karşılıklı laf atmalarla başlar, sonra taş ve sapan harbine döner, sonra da gücü yeten karşı hücuma geçer, onları mahallenin içlerine kadar kovalar, bu arada çevredeki camları indirirdi.

Sonra yavaş yavaş azaldı ve kayboldu. Okul (Şerif Özden İlkokulu) bizim Kamberiye tarafına yapılıp da Bedendibililer bizim tarafa gelmek mecburiyetinde kalınca; biz Sarayönü'ne Köprübaşı'ndan değil de kestirmeden/karşıdan geçmek isteyince azaldı. Dere kapanıp parka dönüşünce de sona erdi.

Demek ki engeller düşmanlığa, ortak menfaatler barışa sebep oluyor.

Urfalı felsefe profesörü Ahmet Aslan, tercüme ettiği J.B. Segal'in 'Edessa (Urfa) Kutsal Şehir' kitabının önsözünde sapan harbini şöyle anlatmış:

'Bu satırların yazarı bugünün Urfa'sında artık devam etmediğini tahmin ettiği, ayrıca bunu ümit de ettiği, bununla birlikte yaşamış olmaktan ötürü 'kahramanca' bir haz duyduğu ve bundan dolayı kendisini ayrıcalıklı saydığı inanılmaz, benzerlerine ancak Eski Ahit'te yer alan hikayelerde rastlanan bazı görüntülere de sahiptir.

Bunlardan biri Bey Kapısı bölgesinde suları çekilmiş Karakoyun Deresi'nin yatağı içinde aşağı ve yukarı mahalleler arasında yapılan ve zaman zaman hayli vukuatlı, hatta kanlı geçen sapan harplerinin görüntüsüdür.

Küçüklü büyüklü mahalle sakinlerinin evlerinin bir köşesinde en değerli eşya olarak itinayla sakladığı, çeşitli uzunluk ve büyüklükte, farklı renkteki ipliklerin birbirlerine sarılmalarından meydana gelmiş, içine konan taş mermiler atıldığında fiyakalı bir şekilde 'şıraak' diye şaklamaları için bir ucuna ipek ilave edilmiş, okuyucunun benzerlerini Filistinli çocukların İntifada'da İsrail güçlerine karşı kullanmalarından hatırlayacağı bu sapanları başarılı bir şekilde kullanan Mehmet Ali ve Yusufbey gibi sapan kahramanlarının görüntüleri yazarın hafızasında yaşamaya devam etmektedir.

Bu masal kahramanlarının savaşın başlangıcında ortaya çıkmamaları, ağırdan almaları, kendi mahalleleri için savaş kötüye doğru gittiğinde mahallelerini kurtarmaları için kağıt oynadıkları kahvelerde yanlarına gönderilen ricacılara karşı gösterdikleri ağırbaşlı hoşgörüleri, yerlerinden ağır ağır doğrularak hayranlarının sevinç çığlıkları arasında savaş alanına gelişleri, kendileri için özel olarak imal edilmiş uzun kollu, geniş yuvalı sapanlarını yine ağırbaşlı hareketlerle açmaları, bir ucunu orta parmaklarına geçirmeleri, Karakoyun Deresi'nin sularının yuvarlaklaştırıp beyazlaştırdığı iri patates büyüklüğündeki taşları yerden alıp sapanlarının yuvalarına yerleştirmeleri, vakur hareketlerle nişan alıp düşman saflarının en kritik bölgelerini birbiri ardından ustaca bombardıman etmeleri, bir süre için direnmeye çalışan düşman safları arasında bir noktada başlayan ilk çözülmeler, yavaş yavaş geriye doğru kaçmalar, düşman kumandanları tarafından girişilen her türlü yüreklendirme çabasına rağmen bu kaçışların bir süre sonra kitle halinde bozguna dönüşmesi, bütün bunlar nasıl unutulabilir?

Ahmet Haşim 'Melali anlamayan nesle aşina değiliz' demişti. Acaba biz de 'Kara Koyun Deresi içinde yapılan sapan harplerini ve bu harplerin kahramanlarını tanımayan nesle aşina değiliz' mi desek?'