BİRİNCİ BÖLÜM

Urfa'nın ünlü vaizlerinden olup Urfa halkı tarafından çok sevilen Derviş Muhammed Yazıcı'yı, oğlu Mehmet Yazıcı ile konuştuk.

Mehmet Yazıcı, Derviş Hocanın altı çocuğundan üçüncüsü ve tek erkek olanı.


Derviş Hoca 1962 yılında Urfa'ya gelmiş, o 1963 Mayısında doğmuş. Doğum sırasında, burada kimseleri olmadığı için Diyarbakır'a gitmişler. 'Orada doğdum ama ben Urfalıyım.' diyor. Şanlıurfa İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Fakültesini kazanmış. Fakat babası okumasına hiç sıcak bakmıyormuş. Daha önce okumak için İstanbul'a giden bazı akrabaları gibi kendisinin de akidesinin bozulmasından korkuyormuş. 'Gitme.' demiş. 'Ben emekli olunca alacağım para ile sana burada bir iş yeri açarız, ticaret ile meşgul olursun. Ahiretin selamet kalsın.'

Tabii, bir tek oğlunun kendisinden ayrılmasını da istemiyormuş. Mehmet Bey, araya çok aracılar koymuş, kendini koruyacağına, bozulmayacağına dair çok sözler vermiş. Ancak öyle izin koparmış. Fakat okulun dördüncü yılının yarısında rahatsızlanmış ve kaydını dondurup Urfa'ya dönmüş. Aradan bir hayli zaman geçince aftan da yararlanarak okula geri dönmek, kalan 11 dersi de verip mezun olmak istemiş. Babası yine itiraz etmiş. Bir Cuma namazı sonrası baba oğul Arap Hocanın yanına gitmişler. O sıralarda Derviş Hoca Yusuf Paşa Camiinde vaaz veriyor, Arap Hoca da Kıbrıs Tekkesinde oturuyor, her Cuma namazından sonra Derviş Hoca onun yanına gidiyormuş.

Mehmet Bey, 'Arap Hoca beni çok sever, bir pikniğe, bir davete gittiği zaman, o sıralar telefon olmadığından eve haber gönderir, illa beni de çağırırdı.' diyor. O gün gidince Derviş Hoca Arap Hocaya dert yanmış, 'Buna bir şey söyle.' demiş. Arap Hoca da 'Mehemed, yegenim! Biz bu okuldan bir hayır görmedik lo. Beni dinlersen gitme.' demiş. Ne kadar dil dökmüşse Arap Hoca 'Lo gitme lo' demiş. O da artık büyüklerimin sözlerinde bir hayır vardır diyerek gitmekten vazgeçmiş. Arap Hocanın vefatından yıllar sonra, hiç olmazsa mezun olmak için babasından yine izin istemiş, bu sefer almış, gitmiş, birkaç dersi vermiş, ama o yıl babası rahatsızlanınca dönmek zorunda kalmış. Ondan sonra da babasının rahatsızlığı, tedavisi, vefatı derken, ailenin bütün sorumluluğu üzerine kaldığı için bir daha gidememiş, okulu da bitirememiş.

Bu arada uzun yıllar Kutbettin Camiinde imamlık yapmış. Yanı sıra ticaretle uğraşmış. İşleri iyi olduğu ve ihtiyacı olmadığı için imamlığı bırakmak istiyor ama babası 'Meslektaşım olarak kal.' dediği için sürdürüyormuş. Babasının vefatından sonra 2000 yılında emekli olup sadece işleri ile uğraşmaya başlamış. Son zamanlarda kendi deyimiyle her şeyden emekli olmuş, 'yorgunum' diyor.

Üçü kız, ikisi erkek, beş çocuğu var. Hepsi okumuş, okuyor. Kızları doktora yapıyor.
Mehmet Beyle, Urfa'ya geldiğim 1993'ten beri uzaktan tanışıyorduk. Son zamanlarda babası ile ilgili olarak birkaç defa telefonda görüştük. Bu röportajı 8 Ekim 2021 Cuma akşamı kendisinin evinde gerçekleştirdik. Bu vesile ile ilk defa oturup muhabbet ettik. Konuşması çok güzel. Araya Arapça, Kürtçe de katarak çok tatlı bir Urfa ağzı konuşuyor. Hafızası çok iyi. Babası küçük yaşlardan itibaren her gittiği yere kendisini de götürdüğü, evlendiği zaman da aynı evde kaldığı için, onu çok iyi tanıyor. Çok güzel hatıraları var. Kendi deyimiyle 'çok mufassal' (ayrıntılı) anlatabiliyor. Sohbetimiz 3 saatten fazla sürdü.

M. Sarmış: Babanızın alim bir aileden geldiğini biliyoruz. Bize onun ailesi ve çocukluğu hakkında bilgi verebilir misiniz?

M. Yazıcı: Babam 1934 yılında Diyarbakır'ın Hazro ilçesinde doğmuş.

Tarihini bilmiyorum ama babamın ataları birkaç nesil önce Diyarbakır'ın Lice ilçesinden gelip Hazro'ya yerleşmişler. Babamın dedesi de alimmiş. O dönemde Hacc'a gidip gelmek çok çok meşakkatli ve bu yüzden kıymetli olduğu için, 'hacılık' hocalığın önüne geçiyormuş. Onun için ona 'Molla Mehemed' değil 'Hacı Mehemed' diyorlar. Üç oğlu varmış. Babam en küçüğü olan Molla Zahid Efendinin oğludur. Üçü de alimdir. Özellikle büyük amcam 'Seydayı Haci Fettah (Abdülfettah) çok çok büyük alim. Arapça, Farsça ve Kürtçe, üç lisanda şiirler yazmış. Divan'ı yayınlanmıştır. Ortanca kardeşin adı Abdurrahman olup, Hazro'da bazı büyük tüccarların muhasebesini tuttuğu için ona 'Ape Katip' diyorlar ki, muhtemelen 'Yazıcı' olan soyadımız da oradan gelmektedir. O da büyük bir alimdi. Bu arada belirteyim ki her iki kardeşin de çocukları olmamış.

Dedem ve büyük abisi dayılarının kızları ile evlenmişler, yani bacanaklar. Babam bir buçuk yaşında iken annesi vefat etmiş. Daha 19 yaşında imiş. Eşi vefat eden dedem de gidip Diyarbakır'a yerleşmiş. Babam da henüz çok küçük olduğu için babaannesi ve teyzesinin, yani büyük amcası Seydayı Haci Fettah'ın yanında kalmış.

Babam 4-5 yaşında iken babaannesi, ondan bir iki sene sonra da teyzesi vefat etmiş. Babama 7-8 yaşından itibaren, ortanca amcamın hanımı, bizim 'fahri babaannemiz', gerçekten çok hürmete şayan, 'Bacıya Nefise' diye bilinen teyzemiz bakmış. Dedem de daha sonra Diyarbakır'da Şeyh Mehemed Selim'in kızı ile evlenmiş. Dört çocuğu daha olmuş. Fakat babam onun yanına gitmeyip amcalarının yanında kalmış. Tahsile de Seydayı Haci'nin yanında başlamış. Bizde bir gelenek var; dört yaş, dört ay, dört gün oldu mu elifbaya başlanır. Babam bize de ilk dersi o çağda başlattı. Benim ilk üç çocuğumu da o hesaba göre başlattı. Seydayı Haci de babamı o tarihte elifbaya başlatmış. O zamanlar matbu elifba olmadığından elleri ile yazarlarmış. Babamın elifbasını da amcası yazmış. Zaten onun Hazro'da büyük bir medresesi var. O dönemde Diyarbakır yöresindeki mollaların çoğu o medreseden geçmiştir, çok 'mücaz'ı (icazet alan) vardır.

Babam amcasının yanında tahsiline devam edip 15-16 yaşında icazetini almış. Askere gidinceye kadar medresede müderris olarak kalmış. Hiç resmi okula gitmemiş. Askere gidip geldikten sonra ilkokulu dışardan bitirmiş. Askerliğini iki yıl Erzurum'da yapmış. O dönem Erzurum'da Eşref Taşkın Bey adında Urfalı bir binbaşı varmış. Babam ondan sürekli bahsederdi; hem takvasından, hem efendiliğinden, nezaketinden. Aynı medreseden icazetli Seydayı Molla Abdüssamet'in sakalını kestirmemiş. Babam ona yetişinceye kadar sakalını kesmişler. 1954 yılı. Ciddi baskıların olduğu bir zaman. Eşref Bey babamın dostlarından Emekli Öğretmen Yaşar Taşkın'ın amcasıdır.

M. Sarmış: Babanızın Urfa ile ilgisi oradan mı başlamış?

M. Yazıcı: Babam ben çocukken 'Mezarımın taşı/ Urfa'ya karşı' diye bir türkü vardı, dilime düşmüştü, hep söylerdim, derdi.

Askerlik dönüşü, babam, babamın dayısı Molla Abdullah Düşünücü ve daha sonra halamla evlenecek olan Molla Sait Ergin, ki üçü de aynı medreseden icazetlidir, Ankara'ya Diyanet'in imtihanına gidiyorlar. Üçü de kazanıyor. Dayım Bulanık müftülüğüne atanıyor. Sait Hoca Mazıdağı müftülüğünü tercih ediyor. Dedem babama idareci olma diye vasiyet ettiği için babam müftü olmak istemiyor, Urfa'ya vaiz olarak tayin ediliyor.

M. Sarmış: Daha önce Diyarbakır'da imamlığı var galiba.

M. Yazıcı: Evet, imamlık imtihanlarını o zaman müftülük yapardı. Babam o imtihanı kazanıp Diyarbakır'da 5 yıl imamlık yapmış. Halk arasında Palu Camii olarak bilinen Tarihi Parlı Sefa Camiinde. Annemin babası ve dayılarım o caminin cemaatindenmişler. 1957 Yılında, babam 23, annem 21 yaşında iken evlenmişler.

M. Sarmış: Sırası gelmişken biraz da annenizden söz eder misiniz?

M. Yazıcı: Annemin ismi Fikriye. Babası Diyarbakır'da çok tanınan biri, Diyarbakır'ın Attar İsa'sı diyeyim. Çok mütedeyyin. Annem son hastalığı sırasında bana anlatmıştı. Annem bir gün çekmek için bir tespih isteyince, babası, 'Bir kalp ki Allah'tan gafil kalacak, onu zikretmek için bir tespihe ihtiyaç duyacak, kopar at gitsin.' demiş. Annemin hastalığının son zamanlarında bütün düşüncesi ölüme yönelmişti. Günde belki yirmi defa 'Oğlum Allah bana babam gibi ve baban gibi bir ölüm vereydi.' derdi. Ben babamın ölümünü biliyorum. Onun babasının ölümünü de babam anlatırdı. Gerçekten ikisi de gıpta edilecek vefatlardı.

Annem çocukluğunda terziye gitmiş ve evleninceye kadar terzilik yapmış. Çok iyi bir terziydi. Dedemin de, dayılarımın da çok sevdiği bir çocukmuş, yarı şımarık bir gençmiş. Annemin dediğine göre babam onu çok törpülemiş. Sabırla uzun uzun, ayetten, hadisten söz ederek, tabir caizse eğitmiş. Ben hatırladığımdan beri babamla beraber gece namazına kalkar, her yıl yaz kış demeden üç aylarda oruç tutarlardı. Çok abitti. Özellikle son yirmi, yirmi beş yılda, aynı evde yaşadığımız halde, işleri bizim hanıma bırakmıştı, hiç karışmazdı. Dünya ile ilişkisini kesmişti. Mecbur kalmadıkça odasından çıkmaz, orada televizyon var, gaflete dalıyoruz diye yanımıza gelmez, sürekli seccadesinin üzerinde, hep ibadetle, Kur'an okumakla, tespihatla meşgul olurdu. Çok cömertti, ikramı çok severdi. Aslında Derviş Hocanın arkasında annemin gerçeği vardı. Sürekli destekledi. Her ikisi de çok cömertti. Biliyorsunuz, geçtiğimiz Haziran ayında vefat etti.

M. Sarmış: Allah ona rahmet eylesin. Kısaca kardeşlerinizden de söz ederseniz iyi olur.

M. Yazıcı: Biz altı kardeşiz. İki ablam var. Ben üçüncüyüm. Benden sonra da üç kız kardeşim var. Başta söylediğim üzere babam okuldan çok korkmuştu, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer hesabı, ablalarımın hiçbirini okula göndermedi. Hepimizi dört yaş, dört ay, dört günlük olunca derse başlattı. Hepimizin hocası oldu. Büyük ablam Diyarbakır'da Kur'an kursu hocasıdır. İkinci ablam ve benim küçüğümü İstanbul'a Mahmut Efendi'nin kursuna gönderdi. Babam Mahmut Efendi ile tanışıyordu, bizzat gitti. Onun tavsiyesi ile kendilerine bağlı Mahmure Hanımın kursuna devam ettiler. İki buçuk yıl boyunca çok iyi bir eğitim gördüler. Aralarında Şule Yüksel Şenler'in de bulunduğu çok iyi hocaları varmış. Daha sonra babam onlara, Arapça, sarf, nahiv gibi alet ilimlerini öğretti. Ablamın Arapçası çok iyidir. Babam son iki kız kardeşimi de hafize olarak yetiştirdi. Babamdan en az eğitim alan en küçük kız kardeşimdir. O da şimdi kreş işletiyor. Kreş diyoruz ama aslında Kur'an kursudur.

M. Sarmış: İsimlerini de söyler misiniz?

M. Yazıcı: Büyük ablamın adı Latife, babaannemin adıdır. İkinci ablamın adı Sudet, babamın teyzesinin adı. Benim küçüğümün adı Hatice, babamın babaannesinin adı. Onun küçüğü Hacc dönüşü Halep'te dünyaya gelmiş. 1969 yılında Hacc'a giderken annem ağır hamile imiş. Ben de altı yaşındaydım, iyi hatırlıyorum. Onlarla beraber Hacc'a giden dedem, bu çocuk Hacc hatırasıdır diyerek kız kardeşimin adını 'Zikru'l-Hac' koymuş, biz ona kısaca 'Zikra' diyoruz. Sonuncu kız kardeşimin adı da 'Betül'.