BİRİNCİ BÖLÜM
Halil Beyi uzaktan tanıyordum. 2019 yılında sosyal medyada yürüttüğümüz "Yemyeşil Urfa" kampanyası sırasında bizzat tanışmıştık. Sonra yine sosyal medya üzerinden diyaloğumuz devam etti.
Babası hakkında röportaj yapma isteğimi iletmiştim; anlaştığımız üzere Urfa'ya geleceği günü bekliyordum.
Geldi, haber verdi, randevulaştık ve 07.07.2013 Cuma günü öğlenden sonra Türkiye Yazarlar Birliği Şanlıurfa Şubesi'nin Yusuf Paşa Mahallesindeki yerinde (Şair Nabi Evi) buluştuk. Yanında küçük kardeşi Mahmut Altıngöz de vardı. Mekânın çalışanı Mücahit Çelik de zaman zaman bize eşlik etti. Ara ara müziğin de yer bulduğu güzel bir muhabbet oldu.
Halil Beyin kendisi de müzik alanında önemli bir isim. İcracılığının yanında besteleri var, hocalık yapmış, kitaplar hazırlamış. Dolayısıyla hazır bulmuşken kendisini de daha yakından tanımak istedim. Böylece ortaya baba oğul iki kişilik bir röportaj çıkmış oldu.
***
M. Sarmış: Sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım Halil Bey. Siz de müzik alanında önemli bir isimsiniz, bu yüzden biraz detaylı anlatmanızı rica ediyorum.
H. Altıngöz: Urfa'da Şevki Hafız olarak tanınan Mehmet Altıngöz'ün dokuz çocuğunun ilkiyim. 1965 yılında Eyyübiye'de doğdum.
M. Sarmış: Eyyübiye, hem ilçenin, hem semtin, hem mahallenin adı. Biraz daha belirgin bir yer deseniz.
H. Altıngöz: Harrankapı civarında, Yavuz Selim İlkokulu'nun ve sağlık ocağının yakınında hayatlı bir evde doğmuşum. Eskiler bilir, lakabı "Gavur Abdo" olan Abdullah İnan'ın kahvesinin biraz ilerisinde Şıh Hüveydi'gilin evi. Sonra başka başka evlerde oturduk. 1972 yılında, yine Harrankapı civarında, Eski Arabi Camii'nin yanındaki eve taşındık. O zaman kiracılar daha sık ev değiştirirdi. Hepsi hayatlı evlerdi. Bir evde üç dört aile bir arada otururdu. "Kapı bir" komşu denirdi. Dış kapısı, tuvalet, tandırlık, varsa kuyusu bir, odaları ayrı. Çoğu böyleydi o zamanlar. Daracık bir alanda çok sayıda insan iç içe yaşadığı halde mahremiyeti öyle bir sağlarlardı ki, bugün düşünüyorum, hakikaten şaşkınlık verici bir şeydi. Mesela bir erkeği gündüz tuvalette, hatta evde göremezdiniz. Sabah gidip akşam dönerlerdi.
M. Sarmış: Ben de öyle bir evde büyüdüm. Şimdi düşünüyorum, çocuklar pek farkında değildi, ama büyükler için, özellikle kadınlar için çok zordu.
H. Altıngöz: E tabii, zorlukları çoktu. Dediğim gibi Arabî Camii'nin oraya taşındığımız sene Yavuz Selim İlkokulunda okula başladım. Öğretmenimizin adı İbrahim Çinbaşı'ydı. Allah rahmet eylesin, iyi bir öğretmendi. Ama notu biraz kıttı. En yüksek notu "orta" bilemedin "iyi" idi. Üçüncü sınıfta bir gün bize tek tek şarkı türkü okutup not veriyordu. Sıra bana gelince "Şol cennetin ırmakları" ilahisini okudum. Çok etkilendi ve "pekiyi" verdi. Bütün sınıfın dikkatini çekti. O "pekiyi" benim kendimdeki müzik istidadını keşfetmeme sebep oldu.
M. Sarmış: Müzisyen bir babanın oğlu olduğunuz halde, buna öğretmeninizin sebep olması çok ilginç. Tabii öğretmenliğin ne kadar önemli olduğunun da göstergesi.
H. Altıngöz: Tabii ya! Ben ondan sonra şarkı türkü dinlemeye ve öğrenmeye başladım. Evimizde radyomuz, bir de pikabımız vardı. Üzerine aynı anda on plak konulabilirdi. Biri bitti mi diğeri düşerdi. Oradan özellikle Türk sanat müziği dinlerdim. İşte Zeki Müren, Ziya Taşkent, Gönül Akkor, Behiye Aksoy, Müzeyyen Senar…
M. Sarmış: Evde o plaklar olduğuna göre demek ki babanız da onları dinliyor.
H. Altıngöz: Tabii tabii. Yoksa ben çocuğum, nereden getireceğim, nasıl alacağım? Büyük kocaman sandıklı bir radyomuz vardı. Rahmetli annem çiçek meraklısı idi. Evimizde belki yüzlerce saksı vardı. Teneke kutularda, o meşhur "Vita" yağı, zeytinyağı kutularında filan… O kutuların pasları da gıda mı olurdu, bilmiyorum, çiçekler daha iyi gelişirdi.
M. Sarmış: Şimdi aklınıza birden bire çiçeklerin, saksıların gelmesi de sizdeki estetik duyguların gelişmesi ile ilgili olmalı.
H. Altıngöz: Herhalde… O şartlarda pikaptan, radyodan bol bol şarkı dinlerdim, eşlik ederdim, ezberlerdim. Adını söylemeyi unuttum, bir de Mustafa Sağyaşar vardı. Şimdi İstanbul'da ara sıra görüşüyoruz. "Siz benim hocamsınız." demiştim bir keresinde. "Nasıl?" diye sorunca "Ben sizi zamanında dinleyerek yetiştim." Demiştim; çok hoşuna gitmişti. Dinlemek her zaman çok önemlidir. Hele bizim gibi meşke dayalı müzik sisteminde çok daha önemlidir. Çünkü nota sistemi bizim müziğimizi tam olarak anlatmıyor. Koral icra için şart olan nota, bizim eserlerimizin ruhunu tam olarak yansıtmıyor Bizde bu iş ustadan çırağa dinleyerek aktarılıyor. Neyse, çok uzatmayayım; ilkokul üçüncü sınıfta, 10 yaşında filan, ben müziğe merak salmış oldum.
M. Sarmış: Halk müziği olsa neyse de, o yaşta bir çocuk için sanat müziği çok enteresan…
H. Altıngöz: Evet. Çünkü babam onları dinliyordu ve söylüyordu.
M. Sarmış: Okul hayatına devam edecek olursak…
H. Altıngöz: Yavuz Selim İlkokulunu bitirdikten sonra babam beni İmam Hatip Lisesine kaydetti. Ama açık söyleyeyim, benim meşrebim farklıydı. Okula ısınamadım o yüzden. Başka şeyler de girdi işin içine. O zaman biliyorsunuz, okulda dayak atmak da vardı. Ortaokul son sınıfta iken, sene sonuna doğru bir gün, adını vermeyeyim, din dersi öğretmenimizden birkaç tokat yedim. Gelip babama dedim ki "Bir daha o okula gitmiyorum." Babam aman duman dese de ısrar ettim ve bir daha gitmedim. Ortaokuldan mezun olduktan sonra da kaydımı Endüstri Meslek Lisesine aldırdım.
M. Sarmış: Hangi bölüm?
H. Altıngöz: O zaman bütün çocukların arabalara merakı vardı. Ben de o yüzden motor bölümünü seçtim. Orada Mahmut Öncel Hoca vardı. Torna Tesviye Bölümünün şefi. Cümbüş çalardı.