Bilmem siz de farkında mısınız ama her şey bütünüyle anlamını yitiriyor gözümüzde. Hayat nedir, ölüm nedir, aşk nedir, hoşgörü nedir, ibadette mana nedir sorularına verebilecek anlamlı bir cevabımız yok artık. Daha doğrusu bir cevabımız yok. Bütünüyle her şey tekdüze, her şey kalıplardan ibaret sanki gözümüzde. Her şey karışmış, iç içe geçmiş, anlamını yitirmiş hayatımızda.

Nereye döndürsek bakışımızı, neyi tutsak, neyi alsak, neyi korusak bir adım sonrasında önümüze çıkan kupkuru bir yapaylık, basit, alelade bir boşluk oluyor ne hikmetse. Tarihin, kültürün, irfanın alabildiğine uzağında kalıyoruz. Yaklaşmıyoruz, yaklaşamıyoruz.

Mesela tarihi bir camiye giriyoruz. Neredeyse bin küsur yıllık bir cami. Biraz hayret, biraz huşu, biraz aşkla bağlanmak istiyoruz ama camiye eklemlenen, sözüm ona süs olsun, aksesuar olsun diye konulan eşyalara bakıyoruz da tam bir facia. O güzelim tarihi caminin yüzyıllık duvarlarına asılan beş-on liralık bir duvar saati, saçma sapan tablolar, kablolar, lambalar…

Nedir şimdi bu Allah aşkına? Bu kadar mı zevkten, estetikten, zarafetten yoksun insanlarız? Kültürsüzlük bu derece mi ifşa olmalıydı hayatımızda? Biz bu kadar mı kuru, nadan, zevksiz bireyler olarak boy göstermeliydik? Neden bu hale geldik, niye özümüze, fıtratımıza muhalif davranışlar dökülüyor bizden, bunları sorgulamalıyız.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Müslüman toplumlar neden kültürsüzlüğün, cehaletin, hoşgörüsüzlüğün merkezi haline geldi ya da getirilmesine ses çıkaramayan toplumlar oldu. İlim, hikmet, sevgi ve hoşgörü gibi ulvi kavramların esamisi bile okunmuyor artık bu toplumlarda, neden?

Batının empoze ettiği, etmeye çalıştığı hayat tarzına karşılık derin ve köklü kültür mirasımıza bir şey ekleyemediğimiz gibi, onu korumayı bile başaramadık, olduğu gibi alıp, derinliğine vukuf olamadık, neden?

Kültürsüzlük bir çığ gibi dökülüyor artık üzerimizden. Bir eser üretmek için çalışmak, çabalamak şöyle dursun; emanet aldığımız bir eseri de bozmak adına her türlü çapsızlığı gösterebiliyoruz. Düzgün ve kusursuz olan bir şeyi tahrip etmek hususunda pek mahiriz. Güzelliğe, sadeliğe bir çirkinlik katmak, onu kaba ve eğreti göstermekte de üstümüze yok.

Yeniden başa dönersek; her şeyin anlamını kaybettiğimizden kaynaklanıyor biraz. Çünkü neyi kaybettiğimizi bilmiyoruz bir türlü. Anlamlı bir hayatımız yok ki ölümün mahiyetini anlayalım. Bir derinliğe varamadık ki ibadet bize huzur versin. İlmi, okumayı, düşünmeyi kendimize hayat yapamadık ki bizden kadim bir kültür sadır olsun. Daha bir insanı bile doğru dürüst sevmeyi beceremedik ki taşı, toprağı, ağacı sevelim.

Kalem kalem, nokta nokta, nakış nakış her şeye yeni baştan bir anlam vermeye başladığımızda ilk önce bakışımız, sonra fikrimiz ve de sonra hayatımız değişecektir vesselam…