At binenin, kılıç kuşananın, meydan nutuk atanındır.

Gerçekte meydanlar şehirlerin sesidir nefesidir. Meydanlar şehirlerin aynasıdır. Kent orada hayatiyetini sürdürür. Orda arzı endam eder. Neyi var neyi yok orada sergiler. Gücünü, zaafını, zenginini, fukarasını, alimini, cahilini meydanlara döker. Dününe ait hatıralarını, bugüne ait iftihar tablolarını ve yarına dair umutlarını meydanlarda ortaya koyar.

Dahası; şehir halkına bir mesajı olan münevverin, aydınların yöneleceği, sesini duyuracağı yer de meydanlardır. Fikir, düşünce ve amentülerin harka arz edileceği yerlerde meydanlardır. Memnuniyetsizliklerin, protestoların, itirazların sergilendiği platformlardır meydanlar. Bir hakikat daha vardır ki; meydanlarda şiddete baş vuranlar, kurulu düzenin muhafızları da olsalar acizlerdir, zayıflardır, ve dahi mağluplardır.

Nitekim Yasin suresinin ikinci sahifesinde sergilenen manzara aynısıyla budur. Şehre iki peygamber gönderilmiştir. Peygamberler halkı şehrin meydanına toplarlar. Zira onlara Rablerinden mesaj getirmelerdir. Şehrin müstekbirleri, halkı Peygamberlerin davetini kabul etmemeleri yönünde ağırlığını koyar. Allah (c.c.) elçilerini üçüncü bir Peygamberle destekler. Buna rağmen halk müstekbirlerin şerrinden endişelidir. Resullerin mesajını doğru algılamaktan zorlanırlar.

Şehir halkından biri olan Habibi Neccar hemşehrilerine peygamberlerin getirdiği mesajı kabul etmeleri için çağrıda bulunur. Sonuçta Peygamberlerin ortaya koyduğu fikre fikirle karşılık vermekten aciz olan müstekbirler, muhafızlarını ve çapulcularını Habibi Neccar'a saldırtırlar. Habibi Neccarı oracıkta linç ederler.

Musa (a.s.)'ın Firavun ile olan mücadelesinde de meydan önemli bir mekandır. Muhammed (s.a.v.) başta olmak üzere sair Peygamberler için de durum bundan farklı değildir. Dahası meydan okumak bir Peygamber mirasıdır. Bu nedenle meydanlar hep olmalı ve olacaktır.

Meydanlar kendi geleceği hakkında söz sahibi olan milletler içindir. Özne olan milletler içindir. Lakin münfail olan, edilgen olan, kendi gelecekleri hakkında söz sahibi olmayan halklar için meydanlar terk edilmiş köhne mekanlardır. Orada serseriler, yankesiciler, kapkaççıların cirit attığı mekanlardır.Kendinden geçmiş ve başkası da olamayan toplumlar için meydanlara ne hacet! Karşısında meydan okunacak birilerini algılamıyor ki meydan okumaya ihtiyaç duysun. Dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri onlar adına her şeyin en iyisini(!) düşünür ve yaparlar. Onlar bir kez güdülmeyi kabullenmişlerdir.

Malumunuz ilimizde de bir meydan tartışması yaşandı. Eski Hükümet binası yıktırılıp yerine bir meydan inşa edildi ya! Herkes bu meydanın adı üzerinde yoğun tartışmalara girdi. Kalem oynattı, dil döktü. Meydanın adı Topçu Meydanı olarak mı kalsın, yoksa Rabia meydanı mı olsun? Tartışma uzayıp gitti.

Rabia meydanı olarak adlandırıldı adlandırılmasına da dikilen Firavun zulmünün sembolü olan piramitler meydanı daha çok Ramses meydanına benzetmişti. Bu da bir başka garabet. Kaldı ki; bu garabette kasıt aramak müstahak olmuştur.

Benim esas derdim meydanda hangi söylemlerin seslendirildiği ve hangi nutukların atıldığıdır. Yani Meydanın adını Rabia koymakla iş bitmiyor. Önemli olan Rabiatül Adeviyye'nin doğup geliştiği İslam kültür ve medeniyetinin ruhuna uygun söylemler ve nutuklarla meydanın inletilip inletilmediğidir. Her türlü entegrasyon ve yozlaşmadan uzak, İslam medeniyeti adına Batı medeniyetinin kaynağı olan Ramses medeniyetine karşı meydan okunup okunmadığıdır. Fakat nerdeee!

Meydana isim koyma konusunda gösterilen hassasiyet nutuk atmaya ve meydan okumaya gelince ters yüz olabilmektedir. Atılan liberal ve demokrat nutuklardır ki o meydanı bir özgürlük meydanına benzetmiştir. Köleliğin bin bir çeşidini içinde barındıran bir özgürlük!

Halbuki Rabia medeniyeti bir ubudiyet medeniyetidir. Nitekim insanı heva ve heveslerin, arzuların ve dahi Firavunların köleliğinden kurtaran yegane medeniyet Rabia medeniyetidir.

Bu yüzden sivil toplum platformunun düzenlediği nümayişlerin müdavimlerinden biri olarak Suriye Devrimine gerektiği gibi bir hassasiyet sergilenmediği hissine kapıldım. Dikkat edin! Muhacir Suriye halkına ilgi gösterilmedi demiyorum. Elimizde Rabia gibi bir meydan varken Suriye Devrimine yeteri kadar sahip çıkılmadığından söz ediyorum. Neden? diye üzerinde çok tefekkür ettim. Çok gözlemlerde bulundum. Suriye devrimcilerinin demokrat olmadıklarıyla ilgili olduğu hissine varmam kahrolmama yetti de artı bile. Eyvaaah ki ne eyvah!

Bir de şu dört parmağı göğe uzatma işi var ya! Ben büyünün ne melun bir şey olduğunu Müslümanların bu işarete bu denli kolay adapte olduğunda öğrendim. Zira bu millet bin yıldan beridir şahadet parmağını göğe uzatarak ve kelimeyi tevhid getirerek kendini ifade etmektedir. Bunun böyle kısa bir müddet içinde değişe bilmesi gerçekten bir akademik tez konusu olacak kadar ilginçtir.

Nasıl olurda köksüz ve bidat olan bu işaret bu denli kısa bir sürede sınırları aşarak koca bir coğrafyaya yayılır. İnanılır gibi değil! Bir de bunu "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" gibi yerel bir söylemle ambalajladınız mı bırakın kim ne anlarsa onu anlasın gitsin. Ben buna büyü diyorum. Büyülenme diyorum. Ve buna karşı muavezetey surelerinin okunması gerektiği kanısındayım.

Bu gün Müslümanların doldurduğu meydanlarda, tıpkı demokrasiye uymayan slogan atanların garipsendiği gibi, şahadet parmağını kaldıranların garipsendiğine şahit oluyoruz. Bu manzaralar yaşanırken meydana verilen ismin ne ehemmiyeti kalır. Eğer yanılıyorsam hassasiyetime bağışlayın. Ama eğer siz de böyle bir izlenim uyanmış ise vay halimize. Bizde bu demokrasi ve özgürlük sevdası olduğu sürece meydanın adını Firdevs Meydanı koysak da değişen bir şey olmaz.

Demokrasi ve özgürlük nutukları Rabiatül Adaviyye (rahimehallah)'ın ruhunu incitip kemiklerini sızlattığına kuşku yoktur. İslam medeniyetinin saf ve temiz ruhundan akıp gelen nutukların gölgesinde şahadet parmaklarının göğe uzandığı nice nümayişlere…
Haydin hep beraber Rabia Meydanına…!