YEDİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Şimdi artık sizin yaptığınız çalışmalara geçebiliriz. Öncelikle Abdurrahman Birden'in yapmış olduğu eski Harran'ı canlandıran resmi sormak istiyorum. Çok güzel bir resim ve o resimdeki Harran çok güzel. Bir ara kendisi ile konuşmuştum. Öyle kafadan yapılan bir resim değil. Kendisine verilen bilgiler doğrultusunda yapmış. Siz de varsınız içinde.
M. Önal: Tabii. Bizim HÜBAK'tan (Harran Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü) bir projemiz vardı. O proje çerçevesinde Harran'ın bir canlandırması olsun istedim. Gelen gidene Harran'ın etrafında hendekler var, iç kalesi böyle, medreseleri, çarşıları şöyle diye ne kadar anlatırsak anlatalım, zihinlerinde o çarpıcı etkiyi bırakamıyorduk. Bunun için öyle bir canlandırmanın olması gerektiğini düşündüm. Cihat (Kürkçüoğlu) Hocam da aracı oldu. Onlar birbirleriyle yakın arkadaş. Neticede Abdurrahman Birden'le konuştuk. Elimizdeki verileri aktardık, anlattık. Hatta Harran'a getirip her tarafını gezdirdik. Dedik ki dronla fotoğraflarını çekme imkânımız var, hangi açıdan çekelim? Onun talebi doğrultusunda çektik. Restitüsyon dâhil elimizdeki her türlü veriyi aktardık. O da bütün bunları birleştirdi, kafasında eski şehri canlandırdı. Biz de kendisi ile sürekli diyalog halinde olduk, istişare ettik. İşte şurada cami, caminin etrafında şu yapılar var, şurada kilise, şurada höyük, kalenin konumu böyle, şuralar yerleşim yerleri, evler, sokaklar ve şehrin diğer unsurları diyerek detaylı bir şekilde konuştuk. Cihat Hoca da çok katkıda bulundu. 8 ay kadar sürdü. Biz biraz daha çalışmasını istiyorduk, ama Pandemi dönemine denk geldi. Abdurrahman Bey birkaç defa hastalandı, hastanelik oldu. Biz de korktuk. Öyle fırçası çok güçlü bir sanatkârı daha fazla yormak, riske atmak istemedik. O da çok emek verdi gerçekten. Ortaya çok güzel bir eser çıktı. Büyük bir tablo. Sanıyorum eni 3, boyu 1.25 metre kadardır.
M. Sarmış: Ben fotoğraflarını çok gördüm. Orijinali nerede?
M. Önal: 2020 yılının eylül ayında, üniversitemizin o dönemdeki rektörü Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik'e hediye ettik. O da çok sevindi. Odasına astı. Çok da iyi değerlendirdi. Üniversitenin birkaç yerine büyük boy fotoğraflarını astı. Biz de birini sit alanının girişine birini de kalenin önüne koyduk ki ziyaretçiler gerçek Harran buymuş diyebilsinler.
M. Sarmış: Şimdi biraz şehirde ortaya çıkarılan önemli unsurlardan söz edelim. Önce surlar hakkında bilgi vermenizi rica etsem…
M. Önal: Harran surları Cüllab ve Daysan çayları arasında şehri elips şeklinde kuşatıyor. 4 kilometre uzunluğunda. Surların dış kısmı boydan boya hendekle çevrilmiştir. Zamanında savunmayı daha da güçlendirmek için bu hendek bu iki çayın suyu ile dolduruluyormuş. Tıpkı Urfa surları gibi Ortaçağ'a ait. Ama biz doğusunda ayrı Roma suru olduğunu da düşünüyoruz. Yalnız o bu kadar geniş değildi. Mevcut surların yapımına Bizans yani Doğu Roma imparatoru Jüstinyen zamanında MS 6. yüzyılda başlanıyor. İslami dönemde son şeklini alıyor. Orijinal yüksekliğinin 10 metre olduğunu tahmin ettiğimiz surun hendeğe bakan dış cephesinde belirli aralıklarla kare ve dikdörtgen kuleler ve kare destek payandaları (bastiyonlar) bulunur. Bunların da 187 adet olduğu söyleniyor. Her biri eski tarihi şehirlerden birine doğru bakan ve adını o şehirlerden alan 6 kapısı var; saat yönünde Rakka, Halep (Büyük), Anadolu, Aslanlı, Musul ve Bağdat Kapısı…
M. Sarmış: Urfa ya da Edessa Kapısı yok mu?
M. Önal: O isimle yok, o yöne bakan kapının adı Rum yani Anadolu Kapısı. Günümüzde bu kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır. Kapının üzerinde Eyyubi Arapçası ile "el-Melik el-Adil inşasını emretti" yazılı bir kitabe vardır.
M. Sarmış: Sizin çalışmalarınıza surların tamamının canlandırılması da dâhil mi?
M. Önal: Batı kısmını çalıştık. Halep ve Rakka kapıları arası görülebilir hale geldi. İleride tamamının kazı çalışmaları yapılabilir. Şu an hedefimiz İç Kale ve Ulu Cami… Buralar tamamlandığında ziyarete açılacak. Ondan sonra surların diğer bölümlerine devam edilecek.
M. Sarmış: Şimdi biraz da Ulu Cami'den söz edelim hocam.
M. Önal: Ulu Cami'nin bir adı da "Firdevs Camii", yani Cennet Camii. Kaynaklarda "Cuma Camii" diye de geçiyor. Muhteşem bir eser. Üç, hatta dört tane "en"i var. Birincisi, Türkiye'nin en eski ve en büyük anıtsal cami. Harim kısmı 104x40 metre, avlu kısmı ise 100x65 metre boyutundadır. İkincisi, en zengin taş süslemeli cami. Palmet, lotus, örgü ve kıvrık dallı stilize çatallı rumi desenleriyle nakış gibi süslenen kemerler, konsollar, çeşitli mimari parçalar ve kompozit korint sütun başlıklarıyla Anadolu'nun en zengin taş süslemeli camisidir. Üçüncüsü, en büyük revaklı, avlulu ve şadırvanlı cami. Bunlar daha önce de yazılmıştı. Dördüncüsünü de biz ekledik; Türkiye'de 25 kapısı olan tek cami…
M. Sarmış: Paganların Sin tapınağı üzerine inşa edildiği iddiaları var…
M. Önal: Onu İbni Şeddad söylüyor. Onun dediğine göre cami Sâbiîlerin büyük Ay Mabedi imiş. İyaz b. Ganem şehri alınca camiye çevirmiş. Sâbiîlere de kendi mabetlerini yapmaları için başka bir yer vermiş.
M. Sarmış: Minaresinin rasathane olduğuna dair görüşler de var.
M. Önal: Var ama biz katılmıyoruz. Emeviler zamanında yapılan camilerde kare kesitli minareleri görüyoruz. Mesela Şam Emevi Camii'nde var. Diyarbakır ve Silvan Ulu Camilerinde de var.
M. Sarmış: Zaten bunun Şam Emevi Camii'ne çok benzediği söyleniyor. Bilerek yapılmış değil mi?
M. Önal: Tabii. Ama onun aynısı değil, bir benzeri. Ölçüleri bile birbirine çok yakın. İkinci Mervan, başkenti buraya taşıyınca oradaki sultanlık camiinin bir benzerini de buraya yaptırmış.
M. Sarmış: Buranın Anadolu'daki cami mimarisine de etki ettiğini söylüyorsunuz.
M. Önal: Muhakkak. Henüz anıtsal yapıların gelişim aşamasında olduğu erken İslam döneminde Harran'ın Emevilerin başkenti olması, cami, hamam, çarşı, okul vb. anıtsal yapıların da Harran'da oluşmasını sağlamıştır. Henüz Türkler Anadolu'ya gelmezden önce burada mimari harmanlanmış, gelişmiş. Hem cami mimarisi, hem hamam mimarisi, medrese mimarisi, çarşı mimarisi gelişmiş. Neden? Çünkü başkent! Kısa da sürse başkent olmanın farklı bir anlamı var. Üstelik her zaman Diyar-ı Mudar'ın merkezi. İnanç kenti, bilim kenti, ticaret kenti… Moğollara kadar değerinden bir şey kaybetmiyor. Türkler geldiğinde hazır buluyor. Burası için Mezopotamya'nın Anadolu'ya açılan kapısı diyoruz. Çünkü İslam kültürü Anadolu'ya buradan ihraç ediliyor. Örneğin, mihraba paralel sahınlı, kırma çatılı ve kare kesitli minareli cami planı Silvan ve Diyarbakır Ulu Cami'de de görülmektedir. Kurnalı hamamları, şadırvanları ve hücreli helaları da bu etkiye katılmış olmalıdır. Örneğin, benzer mini havuzlar Gaziantep Pişirici Mescidi ve Kasteli'nde de yer almıştır.
M. Sarmış: Hamamları da çok ileri bir teknikle donatılmış. Başlangıçta Roma hamamlarını örnek alsalar da İslami hassasiyetlere uyduruyorlar.
M. Önal: Tabii. Harran Çarşı Hamamı teknik olarak Roma ve Doğu Roma hamamları geleneğini devam ettirir. Mesela "hypocaust" denilen tabandan ısıtmalı oluşu öyledir. Altta bir külhan yer alıyor ve oradaki kazanda su ısıtılıyor. Rüzgâr cehennemlik denilen yerdeki sıcak havayı döşemenin altında dolaştırıyor. Böylece hamamın alttan ısınması sağlanıyor. Ayrıca sıcak hava dolaşımıyla, duvarlara dikey yerleştirilen künklerle duvarlar ısıtılıp fazlası dışarı veriliyor. Bu teknik Roma'nın tekniğidir. Külhan'ın üstündeki sıcak su kazanına bağlanan künklerle sıcak su, soğuksu hattıyla birlikte hamamdaki kurnaları suyla buluşturuyor. Yine soğukluk, ılıklık, sıcaklık mekân dizilimi de Roma sistemidir. Fakat İslam geleneğine uyarlanmıştır. Yunan ve Roma hamamlarındaki piscina denilen, içinde topluca yıkanılan sıcak ve soğuk su havuzları Emevilerden itibaren kaldırılmış, bunun yerine kurnalardan akan su ile yıkanma usulü getirilmiştir. Çünkü İslam geleneğine göre hamamda başka birinin yıkandığı suyun kişiye değmemesi gerekiyor, değmesi mekruh kabul ediliyor. Ayrıca yıkanılan suyun akan su olması gerekiyor. İşte kurna sistemi ile hamamda yıkanma usulü İslami temizlik kurallarına uygun hale getirilmiş oluyor. Kazılarda ortaya çıkarılan Çarşı ve Saray Hamamlarının mimarisinde bu sistemi görmekteyiz. Burada geliştirilen bu sistem, daha sonraları başta Diyarbakır olmak üzere ülkemizin diğer şehirlerine örnek olmuştur.
Aynı hassasiyeti umumi helalarda da görmekteyiz. Latrina denilen Yunan ve Roma helalarında yüksekçe bir seki üzerine delikler açılır ve insanlar yan yana otururdu. Bu tabii İslamiyet'in mahremiyet anlayışına uymaz. O yüzden helaların arasına duvar örülmüştür. Harran Çarşı Hamamı'nın güneyindeki şadırvanlı avlunun etrafında 32 adet hela vardır. Bunların arasında 10-15 santim genişliğinde tuğladan örülmüş perde duvarlar bulunur. Ayrıca her helada suyunu avluyu dolanan taş kanaldan bir muslukla almış olan küçük su haznesi ile kanalizasyon gideri bulunur. Böylece kolay taharet için ayrıntılı bir sistem geliştirilmiştir. Maksemden kuzeye uzanan taş kanal, koridorun üstünden geçip, avlunun üç yanını dolaşarak, helaların ve şadırvanın suyunu sağlar. Maksemden doğuya uzanan diğer bir taş kanal ise avlunun güneyine uzanır. Avlunun ortasında ise abdest almak için etrafı kanallı bir şadırvan bulunur.