Duygularım ve fikirlerim arasında gidip geliyorum. Ne tepki vereceğim konusunda birçok Müslüman gibi bende karmaşık bir hal içindeyim. Mesele malum. Bağdat'ta bir mesaj taşırken Abd'nin siha'ları tarafından katledilen Kudüs Tugayı komutanı Kasım Süleymani. Maktulun kimliği kadar katilin de tanıdık olması.

Irak'ın geleceğini inşa etme adına alacağı kararların arefesinde bağrına hançer saplandı. Katil emperyal Siyonist, maktul İranlı görünse de II. dünya savaşında atom bombası atılan Hiroşima ve Nagazaki gibi özelde Irak genelde Ortadoğu oldu. Sünni ve Şii blok arasındaki mezhepsel çatışmanın kıvılcımı çakıldı.

I.Dünya savaşı sonrası yeni devletlerin başına halkın görüşlerine zıt fikirli despot hükümetlerin atanması onları yüzyıl kadar o ülkeleri sömürmesine olanak tanıdı. Metotlarından dışarı çıkanlar Saddam örneğinde olduğu gibi sert şekilde cezalandırıldı, ülkeleri istikrarsızlığa sürüklendi, kan gölüne çevrildi. Bu noktadan sonra şayet mevzu Müslüman devletler akıllıca davranıp ülke ve halklarının menfaatlerini ön plana çıkaracak politikalar izleseler geleceklerini imar edecek, yüzyıl daha sömürülmelerine engel olacaklardır.

Algıların tahrip edilmesinden ötürü bu ani suikast karşısında doğru duruş ve karar verilebileceği kanısında değilim. İslam topraklarının hemen hemen bütününde aydınlar fikri taassupçularca baskı altına alınmış, hissiyat katilleri müslümanları vicdanlarından yakalamış düşünce dünyaları tahrip edilerek hissi tavırlarla karar vermeye zorlanmıştır. Dolayısıyla geçmişten ders alamadıkları için kınadıkları Emevi ile Abbasi zihniyetini taşıyıp savunma pozisyonuna girmişlerdir.

Darağacına çekilen fikirleri alkışlayanlar, kendi ölümlerini alkışladıklarının farkında değildir. Aynılaşmanın denileşmek olduğu, farklılığın Allah'ın sünnetine uygun olduğunu ayetini bilmemelerinden, kavrayamadıklarındandır.

Kasım Süleymani suikastı reelde Abd açısında karlı, Sünni blok açısında önemli bir taşın kalkması hamlesiyken İran ve Şii blok açısından yitik olarak gözükmektedir. İran'ın Ortadoğu'daki bölge çıkarlarını koruyup gözeten mezhebi yayılma noktasında üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getiren kalbi, beyni, can kulağı, gözü ortadan kaldırıldı. Cenaze töreninde hem devlet erkinin hem de halkın yoğun katılım ve gözyaşlarıyla iştirak etmesi bu iki hususa dayanmaktadır.

Ama suikastın İran hükümetine de yaradığını söylersek hata etmiş olmayız. Çünkü uluslararası boykot ekonomiyi iflas etme sınırına getirmiş ve halkı patlama seviyesine gelmiştir. Benzin zammıyla oluşan kaos ve bitmek bilmeyen protestolar devletin varlığını sorgulatmış, mevcut hükümetin derin devlete verecek makul cevabını ortadan kaldırmıştı.

Mezhebini din haline getiren devletlerin Kurani çarpıklık refleksleri İslam dünyası adına çıbandır. Gelecekte Hıristiyan dünyasında yaşanmış otuz yıl savaşları ile yüzyıl savaşlarını doğuracak; ateizm, deizm, naturalizm benzeri akımların güçlenmesine, yaygınlaşmasına yol açacaktır.

Kalemi bağımsız, sağduyulu, fikri hür, vicdan sahibi, göbeği kimseye bağlı olmayan Müslümanlar aranıyor diyebilir. İslamın ve Müslümanların geleceğini ancak bu kimseler kurtarabilir.

Sosyal medyaki bölünmüşlük, sevinç ve gözyaşı tellallığı ancak aramızdaki ihtilafları, çatışmaları derinleştirecek, birbirimizden uzaklaşmamıza sebep olacaktır. İran'ın bölgede kan, gözyaşı ve zulmüne karşı olduğumuz kadar Abd'nin Müslüman topraklarda suikastlerine de karşıyız.

Suriye ve Irak'taki şii yayılmacılığına karşı olduğumuz kadar Suudi Arabistan'ın Yemen'deki Sünni yayılmacılığına, cinayetlerine de karşı çıkmalıyız.

Mısır'da ihvan'a, Çin'deki Uygur Müslümanlara, Budist Hinduların Arakan'a yaptıkları zulme de karşı çıkmalıyız.

Yani zalimin kimliği, dini, rengi, ırkı değil mazlumun haklılığı esastır. Öyleyse empati yapalım ve paylaşımlarımızı ona göre ayarlayalım…