İKİ URFA’YI TEK URFA YAPALIM - I

Abone Ol
Bir zamanlar Urfa'yı şehirli ve Kürt diye adlandırırlardı. Okul yıllarında bunun ilk nüvelerinin tanığıyım. Çünkü Türkçe ile ya da şehirlice ile tanışmamız İlkokul yıllarında başladı. Mahalle de, aile içinde kendi ana dilimizi konuşurduk. Ama iş okula gelince bir kulağın, bir fısıltı duymasını dahi istemezdik. Alay konusu olmak önemli değil; çoğu zaman sonu hüsran olurdu. Hep kendime sorardım; neden okul da yasak diye?
Yazın tüm Urfa evlerinde dam üstü keyfi yaşanırdı. Gündüz eve sığınanlar akşamla birlikte adeta dam üstüne taşınırlardı. Komşular yemekten sonra radyo seslerinin duyulması ile koyu sohbetler uzar giderdi. Her radyo da herkesin kendi beğendiği ya da ortak bir Kürtçe müzik yayılırdı. Çünkü çoğu ebeveynler Türkçe bilmezdi. Bazen Erivan'ın sesi, bazen 'İrak'a pişka Kurdi' (Irak'ın Kürtçe bölümü' sesinden kilamlar, stranlar (türküler, şarkılar) yayılırdı. Şehrin sokaklarında dolaşırken öyle bir sesi duymazdık.
Köyden gelen Urfalı bir başka Urfalıdan korunmak, hakaretle maruz kalmamak adına akraba, kirve, eski komşu, yakın köyden olanlar, tanıdıklar, aynı aşiretten olanlar bir nevi birlik ve beraberlik içinde olmak adına belli bir bölgede toplanırlardı. Bir yanda isotçu yakıştırması diğer yanda kıro aşağılanması ne kadar ayıp değil mi? Göç gelen köylüler arasında yüksek sesle okuma ve yazmanın önemi vurgulanıyordu. Herkes kendi başına buyruk, 'ağa bilir' söylemi toplumsal yaşamın içinde değerini kaybetmişti. Onların direnişi bir başka Urfalı için öteleme çabasıydı.
Çoğu kimse ana dili ile birlikte Türkçeyi sürdürdü, eğitim dili olan Türkçeyle kariyer edinme çabasına girdi. Kimileri kendi ana dillerini unuttu... Çünkü yapılan baskı ve ötelenmeler insanların kendi kimliğini bile saklama korkusundaydılar. Ama kendilerini ne kadar saklasalar onları dilleri onları ele veriyordu. Urfa'nın iki yüzü yeni şekil buluyordu.
İşte o zamanın Urfa'sından hala iki Urfa'dan kurtulmuş değiliz. Şimdi de Urfalı ve Şanlıurfalı söylemiyle basit bir söylem olarak görülse de çirkin bir ötelemedir. İçindeki hastalığı dağ gibi büyütenler, şimdi de nifakla bu iki söylemi ortaya koymaktadırlar. Daima kendilerini farklı bir yere koyma çabasında olmaları kendilerini üstün, başkalarını avam görme uğraşındadırlar. İstihza, alay konusu edenler, boğuntu ve sıkıntıya düşenlerdir.
Aslında bu derin bir hastalık olan hasetliğin onların içine daldırdığı kin ve öfkedir. Onların yaşam içinde ki yetersizlikleri, ticarette ki, politikada ki başarısızlıkları ellerinden gidince, eksikliklerini görmeyip 'bunlar kim ki' misali her işin onlara danışılması gerektiğini, esasen memleketin sahibi olduklarının dar düşüncesinden kurtulmalıdırlar.
'Ben Urfalıyım, onlar Şanlıurfalı' söylemleriyle bir farklılık vurgusu içinde girmeleri onların yaşam gerçeklerinden habersiz olmalarından öte bir şey değildir. Urfa'nın tarihi kökenine vurgu yapılarak köyden göçle köylülerin dahası Kürtlerin horlandığı bir gerçek... Nedense Araplara karşı bir sessizlik vardı. Bu şehir yaşamında barışı, kardeşliği ve dostluğu sarmalamak gerekirken suspus olmanın nedenini kafamızdan silmemiz gerekir!
Şehrin temeline baktığımızda Yahudi, Süryani, Ermeni, Arap, Türkmen, Kürt olmasına rağmen nedense Kürtlerin ötelenmesi dikkat çekmektedir. Eğer biraz fikir jimnastiği yapsalar yapılan hakaretlerin onlara da yapıldığını bilmelidirler. Çünkü insanların hangi etnik kökenden geldiğinin ayrışmasını yapmak mümkün olmadığına göre sözün yarın onlara dönmeyeceği ne malum..'Bu Urfa'ya Kürtler geldi haram ettiler' diyenler utanmalıdırlar.
Burada yaşamış ve yaşayanların buhar olup yok olduğu söylenemez. 'Otu çek köküne bak' birisini horlayacaksan önce kendine bakacaksın. Her bitki kendi tohumu ile filizlenir.
'Her kuş kendi sürüsüyle uçar' sözünden hareketle insanlığın erdemiyle buluşmak inancımızın, sosyal yaşamın, hayatın kendisini özgün kılmaktır. Şehirli diye kendini lanse edenler; ister dönme, ister kılıç artığı, ister kurşunun ıskaladığı kimseler olsun, netice de insandırlar ve bu coğrafyanın havasını solmaktadırlar. Ataları, dedeleri bu ülkenin sınırlarının çizilmesinde bedenlerini sur, kanlarını harç etmişlerdir. İşte bu düşün deryasında birlik ve ittifak kazanımların ta kendisidir.
Daima iki Urfa vardır ve hala bu ikilik kimi cahiller arasında sürmektedir. Çünkü hiç kimse yaşamın gerçekleri ile yüzleşmemektedirler. Sosyal yaşamı, politikayı görmezden gelmenin handikabıdır. 'Daha dün' söylemi ile küçümseme hareketlerine girişeceklerine, kucaklaşmayı denemelidirler. Trajedilerden uzak alçak gönüllü olma sevincini paylaşmak gerek…
İki Urfa'yı bir başka yazıda sürdürmeye çalışacağım.