İnsanın bir biyolojik, bir de psikolojik yanı var. Yaşadıkça biyolojik yanı gibi psikolojik yanı da dış çevreden etkileniyor ve bazen hastalanıyor. Tıpkı biyolojik hastalıklar gibi psikolojik hastalıklar da tedavi gerektiriyor. Bu tedaviyi ilaçla yapan tıbbi alana psikiyatri deniliyor.

Bizim toplumumuzda eskiden psikolojik sorunu olan insanlara 'deli' gözüyle bakılırdı. Hala bu şekilde düşünenler maalesef var. Her psikolojik tedavi görene/ilaç kullanana 'deli' demeye getirip arkasından laf söyleyenler, dalga geçenler oluyor. Oysa biyolojik hastalık gibi psikolojik rahatsızlık da insanî ve normal.

Ancak topluma daha bunun normal olduğunu anlatamadan, tam tersi bir durum ortaya çıkmaya başladı: Bu sefer de insanlarımız en ufak moral bozukluğunu, diğer insanlardan az farklı psikolojik tepkileri hastalık saymaya ve hemen tedavisinin peşine düşmeye başladılar. En ufak bir durumda 'psikolojim bozuldu' deyip doktora koşuyorlar. Çokbilmiş havalarına girip küçücük çocuklarını da kurban etmekten çekinmiyorlar.

Bir kısmının psikologa gitmekten ve psikiyatrik ilaç kullanmaktan gizli bir gurur duyduklarını ve bununla hava attıklarını bile söylemek mümkün. Nitekim psikoloji ve psikiyatri polikliniklerinin önündeki kuyruklar gittikçe uzuyor.

Stres ve depresyon en çok kullandığımız kelimeler arasına girdi. Evlerimizde henüz diğerleri kadar olmasa da psikiyatrların verdiği ilaçlar birikmeye başladı.

Bu tür ilaçlara bağımlı insanların sayısı gün geçtikçe artıyor. İnsanlar, karşılaştıkları zorluklarla normal yollardan mücadele etmek yerine hemen ilaç desteğine, yani bir çeşit kolaycılığa kaçıyorlar. Doğum sancısı çekmemek için sezaryeni tercih etmek gibi…

Bu yüzden 'Bu insanların gerçekte ne kadarı 'hasta' ve tedaviye muhtaç?' sorusu yerinde bir soru.

Bu durum sadece bizim toplumumuza ait bir şey de değil, Batıda da böyle, hatta belki daha fazla böyle. Hayatın tek gayesini kesintisiz keyif, mutluluk ve başarı olarak gören/gösteren Batılı ve 'batılılaşmış' insan, bu gayeye ulaşmak için her şeyi mubah görüyor ve en ufak bir sorunda soluğu profesyonel destekte arıyor.

Bu alanın yetkin isimlerinden Kemal Sayar 'Hüzün Hastalığı' isimli kitabında, hayatın, Batılıların düşündüğü gibi sadece kişisel başarı ve kişisel mutluluktan ibaret olmadığını, işin manevi/dinî bir boyutunun da olduğunu, bizden ve dünyadan örneklerle dile getiriyor ve bu tecrübelerden faydalanılması gerektiğini belirtiyor.

Yine her psikolojik durumun hastalık kabul edilip tedavisi peşine, hele hele ilaçla tedavisi peşine düşmenin yanlışlığına dikkat çekiyor. Aynı zamanda bir şair ve yazar olduğu için, şairin en önemli duygusu diyebileceğimiz 'hüzün' üzerinde özellikle duruyor. Hüznün insana ait ve insana yakışan psikolojik bir durum olduğunu, yaşanması gerektiğini belirtiyor:

'Mutluluğumdan ve mutsuzluğumdan yana bir şikayetim yok. Mutlu olduğum zamanlar daha dışa dönük oluyor, insanlarla daha çok şey paylaşabiliyorum. Hüzünlü olduğum zamanlarda ise içimin titreyişlerine kulak kesiliyor ve şiir yazabiliyorum. Her iki durumun da ilahi bir bağış olduğuna inanıyorum.' (sf. 70)

Kitabın ilerleyen sayfalarında bu konuya tekrar dönüp, benim de yüzde yüz katıldığım şu kanaatini dile getiriyor:

'Ahmet Haşim, 'Melali anlamayan nesle aşina değiliz.' diyordu. Melal içe doğru bir yolculuktur ve kişiyi zenginleştirir. Hüzün ve melali tedavi etseydik, bugün herhalde pek çok edebi şaheseri okuyamayacaktık.' (sf.125)

Hüzün benim için de çok önemli bir duygu. İnsan olduğumun farkına en çok hüzünlendiğim zaman varıyorum. En çok hüzünlü eserleri(roman, şiir, müzik, film vb) seviyorum. En çok hüzünlendiğim zaman şiir okuma, yazma ve dinleme ihtiyacı duyuyorum. Hüznümü de seviyorum, hüzünlü insanları da… Hüznü bilmeyen insanları çok kuru, kaba ve çekilmez buluyor, bu yüzden kendime en uzak kimseler olarak görüyorum.

Mütefekkir yazar dostum Şahin Doğan, 'Entelektüel Yalnızlık' adlı eserinde, 'Her hüzün bir parça alçalma, bir parça fakirleşme, bir parça küçülmedir.' diyen Spinoza'ya '… tam tersine, (hüzün) insanı hem yüceltir hem gürleştirir hem özgürleştirir.' diye itiraz edip sözü Şair Hilmi Yavuz'un mısralarına bağlıyor:

'Hüzün ki en çok yakışandır bize

Belki de en çok anladığımız…'

Hüznü kaybedenlere inat hüznümüzün kıymetini bilmemiz lazım, diye düşünüyorum.