İmam-ı Azam bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslenir, 'Ya imam, gemin battı!' İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra 'Elhamdülillah' der. Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verir, 'Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.' İmam bu yeni habere de, 'Elhamdülillah', diyerek mukabele eder.

Haber getiren kişi hayrete düşerek, 'Ya imam, gemin battı diye haber getirdik 'Elhamdülillah' dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine 'Elhamdülillah' dedin.'

İmam-ı Azam bütün insanlığa yüzyılları aşan şöyle bir ders verir: 'Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç alemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu ve Allah'a şükrettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için yine Allah'a şükrettim.'

Asıl mesele galiba bu, sadece bu. Sadece dünya malı değil mesele; makam, mevki, itibar ve kişiliğimizi alıp götüren her neyse onun karşısında gösterdiğimiz abartılı ve aşırı sevinç ya da bunları kaybettiğimiz zaman gösterdiğimiz aşırı tepki ve üzüntü bizim ne matah bir şey olduğumuzu fazlasıyla gösteriyor galiba. Kaybettiğimizde dünyamız yıkılıyor sanki, kazandığımızda da anlamsız ve ölçüsüz bir sevinçte boğuluyoruz.

Önemsiz ve yararsız bir şey karşısında takındığımız bu ölçüsüz tavırlar bizleri içi boş ve kof bireyler haline sokuveriyor ne yazık ki. Anlamıyoruz, anlayamıyoruz. Değersiz olanın peşinden bir ömür koşuyoruz da, değerli olana tahammül gösteremiyor, onu kendimize hayat yapamıyoruz maalesef.

Yavaşlamalıyız oysa. Kelimenin tam anlamıyla bir daha söylüyorum, yavaşlamalıyız.

Durup düşünmeli, kendimize gelmeliyiz. Ne yapıyoruz biz. Yaptığımız şey bize yakışıyor mu? Kendimizi paralamaya, yalanlar, dedikodular dehlizinde boğulmamıza yol açan ne? Neyi kaybettik aslında, ya da neyi kazandık? Kaybettiğimizin ya da kazandığımızın farkında olmak için nasıl bir tokat gerekli, biliyor muyuz? Ya da kaybetmek veya kazanmak ne demektir, neye tekabül etmektedir bu fani alemde, bunu bir daha düşünmeli, derinlemesine idrak etmeliyiz.

Sürekli dönüp duran bu kainatta yerinde duran, kımıldamayan, varlığını sonsuza dek koruyan tek bir şey var mı Allah aşkına. Her şey ama her şey geçmeye, akmaya, dönmeye mahkum. Gece de öyle gündüz de, ay da öyle güneş de, hayat da öyle ölüm de, mal da öyle mülk de, insan da öyle hayvan da.

O halde ey beniadem, sana sesleniyorum, yani evvela kendime: Malın mülkün olsa da aczini bil, elinden çıksa da. Kazansan da aciz olduğunu bil, kaybetsen de. Önemsiz bir şey karşısında aşırı sevinç gösteriyorsan da bir hiçsin aslında, kaybettiğin için kendini paralıyorsan da.

Ve asıl mesele şu ki: Bazen insan kazansa da kazanmıştır, kaybetse de; ve bazen insan kazansa da kaybetmeye, tükenmeye mahkumdur, kaybetse de. Her şeyin, ama her şeyin bir hiç olduğunu da unutmamalıdır insan, kendinin bile …