Şems-i Tebrizi Hazretleri Makalat'ında babası ile yaşadığı çarpıcı bir diyalogu şu şekilde anlatır:
'Çocukluk çağlarında bana garip bir hal gelmişti. Kimse bu halimi anlayamadı. Babam bile ne olduğunu bilmiyordu. Bana diyordu ki, 'Sen divane değilsin, bilmem ki bu gidişin sebebi ne?'
Babama dedim ki: Şu sözü benden dinle! Sen ve ben öyle bir haldeyiz ki, sanki bir kaz yumurtasını bir tavuğun altına koymuşlar, bu yumurtadan kaz yavrusu çıkıp, biraz palazlaşınca bir su kenarına gelip kendisini suya atıverir. Tavuk onun etrafında çırpınır, durur; ama o kümes kuşudur ve suya girmesine imkan yoktur.
Ey Babacığım! Ben kendimi yüzdürecek bir deniz görüyorum, benim yurdum o denizdir; halim de deniz kuşlarının hali gibidir. Eğer sen benden isen gel! Yahut ben bu derya içinde senden değilsem git, kümes kuşlarına karış.'
Uzun uzun takılmak geliyor içimden bu cümlelere. Okumak, bir daha okumak geliyor. Uzun uzun susmak, konuşmamak, etrafa boş boş bakmak geliyor içimden. Gözlerimi dikerek boşluğun gözlerine, kapatmak geliyor hayatı üzerime. Kelimeler, harfler, çocuklar, ağaçlar bir bir büyüsün istiyorum bu boşluk zamanlarında. Ruhumun yorulduğunu hissedeyim. İnsanların bütünüyle apayrı dünyalarda yaşadığını, yaşlandığını gözlerinden görüp, en derinden dokunayım kalplerine.
Yan yana ama apayrı dünyalarla dolu yığınla insanların olduğu pencerelere doğru uzatmak istiyorum bakışlarımı. Birbirlerinin dünyasına nüfuz edemeyen, uçsuz bucaksız denizlere giremeyen, denize girmekten, derinliğine dalmaktan korkan insanların büyük yalnızlığını bütünüyle duymak istiyorum ruhumda.
Denize girmek şöyle dursun, yağmurun sesini bile duymaya hazır olmayan, rüzgarı alıp saçlarında okşamayan, güneşin doğuşunu avuçlarında duymayan yığınla insanı görüp ruhumun kuytu yalnızlığına uzanmak istiyorum.
Anlaşılamayan, ayrı, apayrı denizlerde yaşamaya mahkûm kılınan insanların ruh burkuntuları gelip değiyor yüreğime. 'Eğer sen benden isen gel! Yahut ben bu derya içinde senden değilsem git…' demeyi bilmediğimiz yığınla insan.
Ne denize dalmaya cesaretimiz var, ne de denizdekilerini anlayacak kudretteyiz. Daracık bir çemberin içerisinde, alabildiğine gergin, muhteris ve nefretle bakıyoruz sadece etrafa. Hayatlarımız alabildiğine sıradan ve ucuz. Bozuk para gibi harcıyoruz kendi hayatımızı. Kendi hayatımızla sınırlı kalmıyor, bir de başkalarını harcamaya kast ediyoruz.
Denize girmeyi ne zaman göze alacağız, bilinmez. Sessizce yağan yağmurun kalbine kalbine akmayı ne zaman başaracağız, bilinmez. Gökten gelen her bir damlada yepyeni umutlar yeşertmeyi ne zaman başaracak çocuklar, bilinmez. Her şeye uzağız. Yağmur değmiyor artık ruhsuz bedenlerimize. Gözlerimiz başkasının gözlerine değmiyor. Bir ayrılık ki, hüküm sürmüş ruhumuza; geçmek nedir bilmiyor…