Röportaj: Tuğba POLAT

-Biraz anlatabilir misiniz, Cuma Ağaç kimdir?

-Kendi halinde biriyim. Burada doğdum. Burada büyüdüm. Okul için İstanbul’a gittim. Ardından da okul bitince, memlekete döndüm. Memlekete döndüğümü özellikle belirtiyorum, çünkü o yıllarda giden gelmiyordu. O zamanlar Veysel Bey ile birlikte ilk dönüşleri yaptık Urfa’ya.

Geldikten sonra da dişimizle tırnağımızla tutunmaya çalıştık hayata. Serbest muhasebeci- mali müşavir olarak devam ettim işime. 30 yılımı böyle geçirdim.

-Babanız Arap, anneniz Kürtçe konuşan bir Türkmen olmasına rağmen, kendinizi Türk olarak tanımlıyorsunuz?

-‘’Türküm doğruyum çalışkanım’’ ondan. J

-Beş dil biliyorsunuz: Arapça, Farsça, Kürtçe, İngilizce, Türkçe. Arapça ve Kürtçeyi evde öğrenmişsinizdir diye tahmin ediyorum. Doğru mu?

- Arapçayı evde öğrenmedim. Annem Arapça bilmediği için, babam evde konuşmazdı. Evde Türkçe konuşulurdu. Ben İmam Hatipte okudum. Bunun yanında medrese eğitimi aldım. O şekilde Arapça öğrendim. Kürtçeye gelince; benim Kürtçem Karaççı bulguru gibi.. Yani biraz buradaki arkadaşlardan, biraz üniversite döneminde Doğu-Güneydoğu Anadolu’dan gelen arkadaşlardan öğrendim. Sonuç olarak bazı kelimelerim Mardin Kürtçesinden, bazı kelimelerim Batman, Diyarbakır Kürtçesinden..

-Farsçayı medresede mi öğrendiniz?

-Divan edebiyatına olan ilgimden dolayı Farsçaya bir aşinalığım vardı. Yazarlar Birliği olarak bazı kurslar düzenlemiştik. Farsça da o kurslardan biriydi. Ben de katıldım ve Farsçayı o kursta öğrendim. Hatta Veysel bey ve rahmetli Mehmet Talat Akay abimiz ile birlikte, bilmeme rağmen Arapça kursuna da gitmiştim.

-Zor olmadı mı dil öğrenmek?

-Dil öğrenmek zor değildir. Şöyleki bir dili öğrenince, dil öğrenmeyi öğrenmiş oluyorsunuz. Dil öğrenmeyi öğrenmek; öğrenmeyi öğrenmek gibi. Bunu öğrenirseniz her şey basit hale gelir. Asıl mesele; öğrenmeyi öğrenmek.

Öğrenmeyi öğrenmeden; öğrenmeye çalışmak, gözleri kapalı körebe oynamak gibi. Velhasıl kelam bir dili öğrenince diğerlerini daha kolay öğreniyorsunuz.

-Bildiğiniz diller üniversitede işinize yaradı mı?

-Farsça ve Arapça bilmek, hukuk tahsilinde çok işime yaradı.. Malumunuz Türk dili sürekli değişiyor. O sıralard12 Eylül darbe sonrası.. Darbelerden sonra artçı sarsıntılar geliyor. O sarsıntılardan biri de dili etkiliyor.

Mesela bir İngiliz, bin sene önceki İngilizceyi okuyup, anlayabilir. Araplar da öyle. Onlar da 1000-1500 yıl önceki metinleri anlayabilir. Bizim gibi kadim bir millet ise; 100 sene önceki metinlerimizi anlamıyoruz..

Babasının, annesinin dilini anlayamayan bir nesil yetişiyor. Bu konuda biraz muzdaribiz. Dil geliştirilebilir, zenginleştirilebilir. Ama sürekli kelimeleri silip, yerine farklı kelimeler getirince; dil de hırpalanıyor. Hırpalanınca da olan edebiyata oluyor.

Kelimeler değişince; yeniler, eski kelimelerin anlamlarını tam anlamıyla taşımıyor. Örneğin eğitim kelimesi.. Şuan kabul edilmiş, yaygınlaşmış olsa da eski anlamını karşılamıyor. Eğitim ve terbiye aynı anlama geliyor aslında. Ama şuanda eğitim, terbiye kelimesinin tüm yüklemlerini karşılamıyor.

-Hukuk ve siyasal zorlayıcı bölümler.. Sizin için zor olmadı mı?

- Aslında zorlanmadım. 12 Eylül sonrası üniversiteye başladım. Türkçenin katledildiği zamanlar. Hatta üniversitelerde, ilkokul gibi Türkçe dersi koymuşlardı. Arapça bilmem hukuk tahsilimde çok işime yaradı. Derste kanunu ve yargıtay içtihadını okuyup anlıyordum. Fakat hocanın, o kanun maddelerini açıklamak için yaptığı Türkçe açıklamaları okuyordum, anlayamıyordum..

Hocanın kullandığı yeni Türkçe. En sonunda, kanun ve içtihatları okuyarak sınavlara hazırlanmaya karar verdim. Çok da zorlanmadan mezun oldum. Yani Arapça bilmeseydim, büyük ihtimal sınıfta kalırdım. Bu arada hem hukuk hem siyasal da okudum. İktisatta da yüksek lisans yaptım.

-Peki Hukuk ve Siyasal okuduktan sonra, neden mali müşavirlik?

-Çeşitli nedenleri var tabi ki.. Bunlardan biri, hukuk bölümünü bir türlü hazmedemedim. Edebiyat yapar gibi, felsefe yapar gibi, şiir yazar gibi hukuk yapmak isterdim. Ama maalesef önüm kapalı olduğu için, beni cezbetmedi hukuk..

Sonradan baktığımda Fetöcüler, Ergenekoncular hukukun içine doluşmuşlardı. O zaman kim olduklarını bilmiyorduk tabi. Ama bir kalitesizlik olduğunun farkındaydım. Hukukla uyuşmayan bir bozukluk olduğunu görüyordum. Sonradan ne oldukları anlaşıldı..

Nereden bakarsak Fetö 40 yıl, Ergenekoncular 40 yıl ülkeyi esir almış. Zaten Türkiye Cumhuriyeti daha 100 yaşına yeni giriyor..

Bir ara kanunlar değişebilir ve avukatlık hakkımı kaybedebilirim endişesi ile İstanbul’da hukuk stajı yaptım. Stajın ilk günü adliyeye gittim. Savcının yanına girdim, belgelerimi uzattım. İlk tepkisi “Senin soyadın niye ağaç? Soyadını değiştir’’ oldu.

‘’Neden’’ diye sordum.

“Güzel, anlamlı değil‘’ diye cevap verdi. Niye öyle yaptı anlamadım. Belki o garip sistemin bir parçasıydı. Zoruma da gitti. Kendimi olabildiğince savundum. Hatta o sıra staj yapan bir arkadaşım soyadını değiştirmişti. Acaba o savcı ona da mı söyledi, diye düşünmedim değil.

Aradan yıllar geçti. Birçok düzenleyici faaliyet oldu. Mesela ben bir hukukçu olarak, 20 yıldır AK Parti döneminde yapılan düzeltmelerin tanığıyım. Bundan 2-3 yıl önce hakim; bir olaya sabah başka bir şekilde, öğleden sonra başka şekilde karar vermiş..

İlk önce insan yanlış karar verip, sonra onu düzeltebilir diye düşündüm. Sonuçta yanlıştan dönmek her zaman makbuldür. Ama incelediğimde tam tersi olduğunu gördüm. Sabah doğru karar verip, öğleden sonra onu değiştirip yanlış karar vermiş..

-Kanunlar sabit değil mi?

-Kanunlar sabit ama yargıya da yargı yolu açık. Bürokrat diyor ya: “Mahkemeye git’’

Mahkeme de ‘’Mahkemeye git’’ diyor.

Bu sistemle genç yaşta tanışan; ideolojik derecede idealist bir hukukçu olarak, hukuktan uzak durdum. Birkaç defa sanık olarak, davalı olarak mahkemelerle muhatap oldum. Ama avukat olarak mahkemeye gitmedim.