RÖPORTAJ: TUĞBA POLAT

-Bize kendi gözünüzden Mehmet Sarmış’ı anlatır mısınız?

-1962 Urfa doğumluyum. İlkokulu, ortaokulu, liseyi Urfa’da bitirdim. Ardından Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldum. Yıllarca öğretmenlik, idarecilik yaptım. Şuanda eğitim uzmanı olarak devam ediyorum. Evliyim. 2’si kız, 4 erkek toplam 6 çocuğum var.

-Selçuk Üniversitesi dediniz. Özellikle mi tercih ettiniz?

-Özellikle tercih ettiğim bir okul değildi. Bizim zamanımızda üniversite sınavlarına müracaat ederken aynı zamanda okul tercihlerini de yapmak zorundaydık. 25 tercih yapabiliyorduk. Aldığım puan Selçuk Üniversitesine yettiği için üniversite hayatımı Konya’da geçirdim.

-Üniversiteye gitme sürecinizden biraz bahseder misiniz?

-Okula gitmem zor oldu aslında. Ben, dört kız çocuğundan sonra gelmiş biriyim. Liseyi 1980 senesinde bitirdim ben. Hergün birçok sayıda insanın öldüğü, olayların olduğu bir dönemdi. Ailem okumama, özelliklede Urfa dışında okumama sıcak bakmıyordu. Ama bendeki okuma aşkını gördükleri için, beni kırmamak adına kabul ettiler. Okuyabildim çok şükür.

-Neden öğretmenlik?

-Ben okula başlarken okulu, öğretmenleri, öğrenciliği hep sevdim. Tercihlerimi yaparken o zaman da herkes, bugün olduğu gibi tıp fakültesi, mühendislik yazardı. Bana yol gösterecek biri olmamasına rağmen tercihlerime hep edebiyat, tarih vb. bölümler yazmıştım. Zaten sonrasında eniştem tercihlerime baktığında ‘’Bunların neredeyse hepsi öğretmenlik’’ demişti. Benim de hayalimdi aslında. Dolayısıyla öğretmenlik istedim, öğretmenlik geldi. İyiki de gelmiş. Dolu dolu yaşadım öğretmenliğimi. Hala kendimi tanıştırırken öğretmen olarak tanıtıyorum. Yani tüm görevler geçici görevler, asıl görevim öğretmenlik.

-Uzun zaman aktif olarak öğretmenlik yaptıktan sonra idari kısma geçmişsiniz. Zorlandınız mı?

-Zor geldi tabi. Ben öğretmenliği doyasıya yaşamış birisiyim. Onlara sadece bildiğini anlatan biri değilim. Yürek teması kurmaya çalışıyorum. Bunu da daha iyi bir öğretmen olayım diye değil, içimden öyle geldiği için yapıyorum. Çok güzel hatıralarımız oldu. Şimdi de onların çoğuyla görüşüyorum. Özellikle ilk görev yaptığım, Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesi İmam Hatip Lisesi öğrencileri ile devam ediyor ilişkimiz.

Uzun yıllar öğretmenlik yaptım ve idareciliği kendine hiç yakıştıramamış biriyim. Buyurgan olmayı, emretmeyi, eksik-yanlış aramayı, yaptırım uygulamayı hiç sevmem. Ama tayinim Urfa’ya çıktığı zaman idarecilik bana teklif edildi. Kabul etmek durumunda kaldım. İdarecilikte, sadece sınıfına derse girdiğiniz öğrencilerinize değil, okulun tamamına yön verme durumundasınız. Milli Eğitime geçince bütün bir İle bir şekilde etki etme sansımız oluyordu. Bu sorumluluk duygusu ile kabul ettim. Bir ara ayrıldım. Sonra tekrar bir teklifle geri döndüm. Ben hiç peşine düşmedim bu işlerin.

İdareciyken de öğrencilerle çok yakından ilgilendim. Müdürken de hem kendi derslerime girerdim hemde her fırsatta öğrencilerle birlikte olmaya çalışırdım. İdarecilik sürekli öğrencilerle yüz yüze olmasa da sürekli gündemi öğrenciler olan bir görev.

2014 yılından beri de Eğitim Uzmanı olarak yüzlerce okulda, onbinlerce öğrenciyle bir araya geldim. Korona süreci nedeniyle biraz aksadı ama tekrar başladık. Gençlerle beraberim, mutlu oluyorum.

-Fenomen öğretmenlik diye tanımlanan bir öğretmenlik biçimi türedi. Öğrencilerinin her anını fotoğraflayan, paylaşan öğretmenler mevcut. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-Ben güzel örnekliklerin duyulmasını tercih ediyorum aslında. İyi örnek olur. Aslında iyi öğretmen olmak isteyip, ne yapacağını bilmeyen öğretmenlere ufuk açar. Ama şuna çok dikkat etmek gerek: Öğrenciyi rencide edecek, öğrencinin utanmasına neden olacak haller olmamalı kesinlikle.

Şöyle bir ölçü de olabilir.. Kendi çocuğunun görünmesini istemediği hallerden öğrencisini de uzak tutmalıdır. Fakat birlikte güzel şeyler yapmışlarsa; çocuğu mutlu edecek, diğer öğretmenlere örnek olacak şeylerse bunların olmasının olumlu olacağını düşünüyorum.

-Vakti zamanında öğrenciydiniz. Sonrasında sırasıyla hem öğretmen hemde idareci oldunuz. Baktığınızda dünden bugüne öğretmen ve öğrenci rollerinde olumlu-olumsuz şeyler nedir sizce?

-Özellikle belli bir yaşın üzerindekiler; bir şeylerden şikayet ederken ‘’Eskiden her şey çok iyiydi’’ demeye getiriyorlar. Sadece eğitim-öğretim açısından değil her bakımdan. Ben bunu çok doğru bulmuyorum. Eskinin güzel tarafları da vardı ama yanlış tarafları da vardı. Ama öğretmenlerin nispeten daha idealist olduğunu, sorumluluklarının daha çok bilincinde olduğu ve öğrencilerin ise yüksek oranda okumak isteyenler okula geldiği için daha uyumlu olduklarını düşünüyorum. Yoksa sorunlar o zamanda vardı.

Şuanda ise öğrenci sayısının fazla olması, liseye kadar olan mecburi eğitim, daha çok öğrenci lehine kararların alındığı, öğretmenlerin fazla sıkboğaz edildiği bir sistem ve en önemlisi öğrencileri etkileyen farklı unsurların varlığı nedeniyle olumsuzluklar mevcut. Disiplin anlamında sıkıntılar var. Tatlı-sert dengeyi muhafaza edebilmek gerekiyor. Eski fazla despot iken, bugün ise fazla rahat bence.

-Öğretmenlik hala kutsal mı? Öğretmenliğin içi boşaldı mı?

-Allah’ın bir adı Alim’dir. Peygamberimiz ‘’Ben muallim olarak geldim’’ der. Yani öğretmenlik bir peygamber mesleğidir. Öğretmenler; bilgi veren, ilim öğreten, rehberlik eden kimselerdir. Bugün de aynı görevi devam ettirdikleri için; dün kutsalsa, bugünde hala kutsal diyebiliriz.

Ama maalesef bugünlerde her koşulda öğrencinin haklı çıkarıldığı, yüceltildiği, öğretmenlerin en ufak bir meselede cezalandırıldığı bir dönemdeyiz. Bu durumda öğretmenler son derce müzdarip oluyorlar. Yoksa günümüzde de gıpta ettiğim çok idealist, çok fedakar öğretmen arkadaşlar var. Aslında bu konu sadece öğretmenliği kapsamıyor. Doktorlar, mühendisler, avukatlar hangi meslek erbabına giderseniz gidin herkes halinden şikayetçi. Bence, özellikle öğretmenlik için söylüyorum; biz bu şartlarda bu göreve talip olduysak elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız.

-Herkes üniversiteye gitmeli mi?

-Son zamanlarda çok konuşulan konulardan biri. Yapılan çeşitli araştırmalarda, eğitim düzeyi ne kadar yüksek olursa bu durumun ekonomiye, huzura, bilinçli yaşamaya o kadar olumlu etkisi olduğu söyleniyor. Ülke vatandaşlarının tamamını üniversite mezunu yapmaya dair hedef koyan ülkeler var. Japonya bunlardan birisi. Bence bizim şartlarımız henüz bunun için uygun değil. Kaliteyi sürdürerek devam edilebilecekse, herkesin üniversite mezunu olmasını ben de isterim.

-Genç nüfusu çoğunlukta olan bir şehir olmamıza rağmen, herkesin kabul ettiği bir eğitim sorunu var. Sizce bunun çözümü ne olabilir?

- Şanlıurfa; yaş ortalaması olarak en genç, öğrenci sayısı olarak 4. sırada olan bir il. Yaş ortalamamız 20. Yediyüzbin civarında öğrencimiz var. Değerlendirebilirsek bu büyük bir avantaj. Maalesef değerlendiremiyoruz.

Geçmişden gelen sıkıntılarımız var. Mesela Urfa’da lisesinin 1940’lı yıllarda açılması gibi. Yada köyden şehre göçün en geç başladığı şehirlerden birinin Şanlıurfa olması. Bir başka sebep olarak tarım işçiliğine bağlı binlerce öğrencinin aylarca eğitim-öğretimden uzak kalması. Ana dil sorunları. Türkçeyi okulda öğreniyor olması, öğrencileri mutlaka etkiliyor. Ne kadar mazur görsek de ailelerin, yeterince eğitim-öğretime katkıda bulunmaması nedenlerden birisi.