İLKHA/ Almanya'nın 1915 olaylarını Ermenilere yönelik 'soykırım' olarak kabul etmesiyle birlikte o dönemde yaşananlar tekrar gündeme geldi. Yüzyıllarca Müslüman Kürt halkıyla birlikte sorunsuz yaşayan Ermeniler, Rus işgaliyle beraber yıllarca komşuluk yaptığı Müslümanlara saldırmış ve ardından bugüne kadar konuşulan olaylar başlamıştı.
O sıralar birçok cephede savaşın hüküm sürmesinden dolayı askerin ve silahın bulunmadığı Kürt illerinde yoksullukla pençeleşen Müslüman Kürt halkına Ruslar ve Ermeniler tarafından yapılan saldırılarda yüzbinlerce Müslüman katledilirken yüz binlercesi de yollarda açlıktan öldü.
Evini, yurdunu, her şeyden öte tüm sevdiklerini arkasında bırakmak zorunda kalan bu insanların her birsinin ayrı bir hikayesi var. Van'ın Gevaş ilçesine bağlı balaban köyünde ikamet eden ve 1915 yılında başlayan olaylardan dolayı memleketini terk etmek zorunda kalan Gülebak ailesi de çevresinde 'mala macıra' olarak bilinen ve bu mağduriyeti yaşayanlardan biri. Küçük yaşlarda iken dedesinden dinlediği o çileli yılları ve o yıllarda yaşanan olayları anlatan çileli ailenin fertlerinden Hamit Gülebak, Ahmet Gülebak ve Derviş Gülebak, Ermenilere yapıldığı iddia edilen soykırımın aslında Müslümanlara yapıldığını söyledi.

"Ermeniler ile Müslümanlar arasında sorunsuz ve güzel bir ilişki vardı"
Dedelerinin uzun yıllar Ermenilerle birlikte sorunsuz yaşadığını belirten Hamit Amca, o döneme ait iki halk arasındaki ortak yaşama dair bildiklerini şöyle anlattı: "Dedemler Van'ın Gevaş ilçesine bağlı bir köyde oturuyorlardı. O köyde onların Ermeni komşuları da vardı. Bunlarla komşuluk ilişkileri diğer insanlarınki ile aynıydı. Hayvanları aynı meralarda birlikte otlar. Birlikte hayvan güderlerdi. Ermeniler Müslümanlara dağıtılmak üzere bir hayvan kesecekleri zaman o hayvanı Müslüman birine kestirirdi. Aralarında bu kadar sorunsuz ve güzel bir ilişki vardı. Bir gün dedemin Ermeni komşularından biri vefat eder. Dedemin dedesi de o ailenin çocuklarının bakımını üstlenerek, onları koruyarak büyütür. Bu çocukların ise Murat adında büyük bir ağabeyleri vardı. Murat, bir gün askerlik yapmaya gidiyorum diyerek uzun süre dışarı gider. O yok iken onun kardeşlerine yine dedemin babası bakar."

Ermeniler Rus askerlerini köye getirir
Komşularının büyük oğlu Murat'ın Rus bölgesine gidip gelmesiyle gün geçtikçe değişmeye başladığını söyleyen Hamit Amca, sözlerine şöyle devam etti: "Yine bir gün gittiği Rus bölgesinden dönen Murat, bir grup Rus ile birlikte köy odasına gider. Tabi bu adamlar Rus askerleriymiş. Onların komutanı olan adam köylülere 'sizin silahları getirin hele bir bakalım' derler. Tabi köylülerin o dönem silahı ne gezer. Sadece ezmeli ya da çakmaklı dediğimiz ağızdan doldurulan basit silahları vardı. O silahları gören komutan gülmeye başlayarak 'bir savaş olduğunda siz bunlarla mı savaşacaksınız?' demiş. Onların silahı ise beşli Kırıkkale dediğimiz beş mermi alabilen bir silah türüydü."

"Dedemin babası bir grup Ermeni tarafından alıkonularak bir eve hapsedildi"
Ruslarla ilişkilerini geliştiren Ermenilerin giderek değiştiğini hatta yol kesip adam dövmeye başladığını belirten Hamit Amca, "Dedemin babası bir grup köylü ile şehirden dönerken bir grup Ermeni tarafından alıkonularak bir eve hapsedilirler. Sonra akrabalarımız falan peşlerine düşerek onları bulurlar. Dedemin komşusu Murat, o yol kesen grubun komutanı olmuştu. Akrabalarımız ona sitem etmişler. O da haberim yok diyerek geçiştirmiş. Dedem, bir gün hayvanlarını Ermeni komşularının merasına salar. Buna sinirlenen o evin çocuğu elinde tırpanla gelerek dedemin ayağını yaralamıştı ki o yaranın izi ölene kadar da ayağında belliydi." dedi.

Ruslar ile Ermeniler katliamlara başlarlar
Dedesi ve ailesinin yaşadığı köyün arpalarının hasadına az bir süre kala Rusların saldırısına maruz kaldığını, köyde yaşayan Ermenilerin de onlara yardım ettiğini ifade eden Hamit Amca, şöyle devam etti:
"Arpa hasadına çok yakın bir zaman kala Rusların saldırdığını duyduk. Orada kalan Müslümanların hepsi kaçarlar ama Ermeniler yaşadıkları yeri terk etmezler. Hatta onlar Ruslarla birleşerek Müslüman komşularını vurmaya başlarlar. Dedemlerde eşyalarını ve hayvanlarını alarak kaçarlar. Ardından 'Pira Batmanê' denilen yere gelirler. Ve orada müthiş bir yığılma vardır. Ruslar ve Ermeniler ise arkadan saldırmaya devam ederler. Saldırıları geri püskürtmek için elinde ezmeli silahı olanlar ateş açıyorlar. Sonra katıra bağlanarak çekilen, adına da katır topu denilen bir top getirilerek bir tepeye konuşlandırılır. Onun da birkaç mermisi vardı ki erken biter. O topun başında kalan askerler de orayı terk eder. O sırada Rusların geri döndüğü haberi gelince birçok insan evine geri dönmeye başlar. Benim dedem ve ailesi de beraberinde getirdikleri eşyaları orada bırakarak köye geri dönmüşler. Bunlar tam köye vardıklarında Ruslar, tekrar köyde saldırır. O sırada eşyalarıyla dönenler kaçamayarak orada öldürülürler. Bizim ailemiz de eşyalarını götürmediği için kaçarak eşyalarını bıraktıkları yere gelirler. O sırada köprü dar olduğu için yaşanan izdihamdan dolayı insanların birçoğu ezilir, diğer birçoğu Rus ve Ermeniler tarafından taranır, kimisi de suya düşerek ölür."

"Rus askerler ölüler içerisinde sağ olanları bulup kasaturalarla öldürüyorlardı"
O köprüde ninesinden duyduğu acıklı bir olayı da anlatan Hamit Amca, şunları aktardı: "Ninem, halasının geride kalan bir kafilenin içinde olduğunu, açılan ateş sonucu bir merminin sağ baldırından girip diğer taraftan çıktığını söyledi. Yaralanan ninemin halası, adeta tepe gibi olmuş diğer ölüler içinde ölü numarası yapar. O sırada kaçamayan bir kadın çocuğunu köprünün ortasına bırakır. Hani Kürtçe 'de bir deyim vardır, çok kötü bir durum için kullanılır 'Dê evlad avêt' (Anne evladı atmış). Aynen durum öyleymiş. Derken uzaktan iki Rus askeri gelir ağlayan çocuk onlara bakar. O askerlerden biri çocuğu sever sonra da cebinden bir bisküvi ya da şeker çıkarıp çocuğa verir. Çocuk onu yemeye başlar. Daha sonra iki Rus askeri daha gelir. Onlar da köprü üstündeki sahipsiz çocuğa yaklaşırlar. Çocuk onlara bakarken biri kasatura bıçağını çıkarıp silahına takar ve ardından o çocuğun karnına saplayarak onu köprüden suyun ortasına fırlatır. Ninemin halası der ki 'O çocuk o anda öyle bir çığlık attı ki ömrüm boyunca o çığlık kulağımdan çıkmadı'. O askerler ölüler içerisinde sağ olanları bulup o kasaturalarla öldürüyorlardı. Onlar gittikten sonra yüzleri kapalı iki atlı gelir. Onların Müslüman olduğunu anlayınca yardım ister. Onlar bir ateş yakar biraz çamuru fitil gibi yaparak ateşte kızdırıp sonra getirip kalçasının iki tarafından yaranın üzerine koyarlar. O müdahalenin ardından yaradan kan kesilir ve bir kafileye katılarak kurtulur."

"Açlıktan kapı kapı dolaşarak ekmek dilenmeye başlarlar ama kimse vermez"
Saldırılardan kurtulup Diyarbakır'a yerleşen ailelerin ekmek bulmak için dilencilik yapmak zorunda kaldıklarını anlatan Hamit Amca, "Ruslar ve Ermeniler birlikte Diyarbakır ile Bitlis arası delikli taş denilen bölgeye kadar takibe devam ederler. Bu iki aileden birçok insan yolda hayatını kaybeder. Dedemler yanlarında 100-150 kadar koyun, bir de eşyalarını yükledikleri öküz arabası ile birlikte Diyarbakır'a ulaşırlar. Burada yaklaşık bir yıl kalırlar. Hayvanlarını da yıkık bir ev varmış orada barındırmışlar. Bir sabah uyandıklarında aşırı yağan yağmurdan dolayı o evin yıkıldığını altında kalan tüm hayvanların telef olduğunu görürler. İş yok güç yok. Tüm bunlarla birlikte bir de o yıl yaşanan kuraklık herkes gibi onları da perişan eder. Açlıktan kapı kapı dolaşarak ekmek dilenmeye başlarla ama kimse vermez. Onları kovarlar. En son çare olarak eşyalarını bağladıkları bir top ipleri vardır onu satıp ekmek almaya karar verirler. Dedemin Derviş isminde bir kardeşi vardı o ipi alıp çarşıya gider. Ama günler geçmesine rağmen bir daha geri dönmez. Tüm aramalara rağmen bir türlü bulunamaz. En son biri Derviş'in birileriyle kavga ettiğini, askerlerin de gelip Derviş'i götürdüğünü söyler. Artık ona ne olduğunu ve nereye götürüldüğünü bilen olmadı."
Açlıktan ölme noktasına geldikleri için isyan eden muhacirlerin askerler tarafından batıya doğru götürüldüğünü ifade eden Hamit Amca, "Orada kalan insanlar açlıktan isyan edince atlı askerler gelerek oradaki herkesi toplayıp Siverek, Hilvan üzerinden Adana tarafına götürmeye çalışır. Derken bir gece Birecik'te yağmurlu bir günde bir ahıra sığınırlar. Askerler de kapıda nöbet bekler. Dedemin babası sonradan kerpiçten örülmüş bir pencereyi yanındaki çakı ile oymaya çalışır. Derken yağmurdan ıslanan kerpiç duvardan bir delik açar ve oradan bir kısmı kaçmayı başarır. Dedem onlar oradan kaçtıktan sonra gelip Bozova tarafına sığınır. Orada karın tokluğuna çobanlık yapmaya başlar." diyerek dedesinin hayat hikayesinden kesitler aktarmaya devam etti.

"Koca iki aileden geriye sadece iki kişi kaldı"
Koca iki aileden geriye üç kişinin kısa bir süre sonra da iki kişi kaldığını söyleyen ailenin büyük oğlu Ahmet Gülebak, o gün yaşananları gözyaşları içinde anlattı: "Bizim köyde 5 ev Ermeni 5 ev de Müslüman imiş. Önceleri iyi olan ilişkiler daha sonra Ermeniler tarafından bozulmuş. Hayvanlarını babam onların merasına bırakan komşumuzun oğlu Murat'ı gören babam, onu uyarır. Murat da 'bu tarlalar sizin değil, sizi birkaç ay sonra buradan süreceğiz' der. Yine bir gün bayram için Van merkezine gitmek için yola çıkan babam ve arkadaşları Mars denilen Ermeni köyünde rehin alınırlar. Haber gönderen Ermeniler, rehinelerin karşılığında Müslümanların silahlarını isterler. Ortalık karışmaya başlayınca sonradan rehineleri bıraktılar. Babam onlar da o zaman yetkililere başvurarak silah temin ederler. Tam bir yıl boyunca gece nöbetlerini tutarlar. Daha sonra Ruslar, Van bölgesine saldırınca babam onlar eşyalarını alarak kaçmaya başlamışlar.
Urfa'ya yetiştiklerinde kalabalık iki aileden sadece üç kişi kalmışlardı. Babam (17-18 yaşlarında), babamın amcası ve amcasının kızı (8-10 yaşlarında). Bozova'da bir süre çobanlık yapan dedemin amcası, Rusların memleketten çıkması üzerine Van'a dönmek için hazırlık yaptığı günlerde çalıştığı adamın sürüsünü başka köye götürürken bir daha geri gelmedi. Sonradan o adamın dedemin amcasını öldürdüğü söylentileri dolaştı. Ortada kalan amcamın kızını bir aile, çocuklarına bakmak için yanına alır. Derken dedem, evlenme çağına gelen amcası kızıyla evlenir. Ve Şanlıurfa bölgesinde kalıp bir daha da geri dönmezler."

"Dört medreseli feke yardımlarına yetişmişler"
Babasının kendilerine anlattığı dramdan ninesinin hayatını kaybetmesini anlatan ailenin en küçük oğlu Derviş Gülebak ise şöyle konuştu: "Dedem ve ailesi, Ermenilerden kaçarken bir nehrin kıyısına ulaşırlar. Nehrin kıyısında başındaki başlığa bir çeyrek altın takılı, elindeki ekmek parçasını ara sıra yiyen ve olanlardan habersiz etrafa gülücükler dağıtan bir çocuk görürler. Hüseyin Bey isminde biri bu çocuğu alın der ama herkes kendi derdine düştüğü için kimse almaz. Derken o sıra yolculuğa dayanamayıp ağır hasta olan Meryem ninem son nefesini vermek üzeredir. Dedem ve babam dereden su alıp ağzına bırakırlar ama nafile. O sırada 4 tane siyah elbiseli siyah atlı süvari çıkagelir. Bu süvariler bir medresede okuyan fekelermiş. Halkın yardımına gelmişler. O fekelere ruhunu teslim etmek üzere olan ninemi göstermişler. Onların her biri heybesinden bir Kur'an-ı Kerim, çıkararak okumaya başlarlar. Daha sonra ruhunu teslim eden ninemi ne yapacaklarını sormuşlar. Onlar da 'onu elbisesi ile derede yıkayın sonra da şu taş yığınlarının olduğu bölgeye gömün' dediler. Dedem ve babam, ninemi toprağa verdikten sonra o fekeler telkin okuyarak oradan ayrılıyorlar."