Ok yaydan, tartışma da kontrolden çıktı. Hükümet, dershaneleri kapatma konusunda kararlı görünüyor. Cemaat ise, sahip olduğu bütün gücü kavgaya sürmüş durumda. Hocaefendi bile, bildik üslubunun dışına çıkmış, kavgadaki yerini almış. Neredeyse ekranlarda canlı yayına çıkıyor, Hükümet kanadından gelen sözlere veya derin odakların Taraf'ta pompaladığı eski mevzulara anında laf yetiştirmeye çalışıyor. Oysa biz Hocaefendi'yi itidaliyle, sükunetiyle, teennisiyle, kırk kez düşünüp bir kez söylemesiyle biliriz. Hükümet ile Cemaat arasındaki tartışma, artık üçüncü tarafların da müdahale alanı haline geldi. Elinde benzin bidonuyla ortalıkta gezenlerin sayısı az değil. Esaslı kavga özlemiyle tezahürat yapanlar da eksik olmuyor. Bu saatten sonra kimse, edepli, haysiyetli, kardeşlik hukukuna riayet edilen bir kavga beklemesin. Belden aşağı vuruşlar gırla gidiyor. İş, dershaneler meselesini çoktan aştı. Tarafgillerin, 2004 tarihli MGK belgesine ‘Cemaati Bitirme Kararı' diye sıkıca sarılmasını anlamak zor değil. De, Cemaat'in bu dolduruşa gelmesini veya maruf belgeye mal bulmuş gibi atlamasını anlamak hayli zor. Üçüncü tarafların, bu kavgayı körüklemek için daha nice ‘belge'leri ve ‘bilgi'leri tedavüle sürmesi sürpriz olmazdı. Nitekim işin devamı da getiriliyor. Önümüzdeki günlerde, hepimizi şaşırtacak bazı bilgi-belge paylaşımlarına hazırlıklı olalım. Oysa Cemaat çevreleri, genel kamuoyundan çok daha iyi bilir ki, 2010 Referandumuna, hatta 2011 Yüksek Askerî Şurasına kadar, siyasî iktidar, askerî vesayetten kendisini tam olarak kurtaramamıştı. Kaldı ki, 2004'teki MGK'ların, Balyoz, Ayışığı, Yakamoz ve bilmem ne darbe planlarının gölgesinde yapıldığını en iyi bilenlerin başında Cemaat'in gazetecileri gelir. O dönemin MGK toplantılarında, siyasî iktidarın en önemli görevinin, askerî bürokrasiyi teskin etmek ve çılgınlık yapmaya hazır bazı muvazzafların elindeki kozları boşa çıkarmak olduğunu da Cemaat'in aklı başında adamları çok iyi bilir. Elbette Hocaefendi, geride kalan 11 yıllık süreçte, Hükümetin nice badireler atlattığını, nice telkin ve tehditlere, hatta kapatma girişimlerine maruz kaldığını, bu telkin ve tehditleri boşa çıkarmak için nice manevralar atmak zorunda olduğunu en iyi takdir edebilecek kişidir. Hal böyle iken, 2004 tarihli MGK kararlarını, “Kolum kanadım kırıldı...” hayretleriyle karşılaması, ziyadesiyle sığ kaçıyor. Yine en iyi bilen kişiler Cemaat'in tepe noktasındaki zevattır ki, geride kalan 11 yıllık süreçte, ‘iktidara yakın durmanın nimetlerinden' en fazla yararlanan da Cemaat ve mensuplarıdır. İnsan gerçekten hayret ediyor... Cemaat'in gazetesinde yazan bazı akademik etiketli şahıslar, eşlerinin milletvekili sıfatına bağlı olarak parti yandaşlığı veya karşıtlığı yapmaktan çekinmedi; Cemaat de bundan rahatsız olmadı. Aynı şahıslar, şimdi kılıçlarını daha da bilemiş görünüyor. 2007'deki Hükümet yıkma toplantılarında başrolde oynayan bir akademik etiketli şahıs da yine Cemaat'in gazetesinde yazabiliyordu. Eşi de Kıbrıslı bir Rum olan şahıs, ne hikmetse Hükümet'i, Kıbrıs'ı Rumlara satmakla suçluyor ve etrafındaki Milliyetçi-Ulusalcı zevatı dolmuşa bindirmek için çırpınıyordu. Her neyse... Biz de eski defterleri karıştırmaya başlamayalım. Bu çatışma bir yerde noktalanacak elbette. Ortalığın tozu-dumanı çekildiğinde, Cemaat adına topa girenlerin ve bizatihi Cemaat'in kendisi, bu işten çok büyük zarar gördüğünü fark edecek. Tarih ve sosyoloji bilgisi, ‘ihlas' ve ‘gönüllülük' üzerine bina edilmiş kurumların, aşırı büyümeye bağlı olarak ‘iktidar hırsına' kapıldığında, çatlama-ayrışma-çözülme sürecine girdiğini bize anlatıyor. Siyasî kavgaya yalınkılıç dalan Cemaat temsilcilerine duyurulur.