Bu sabah başlamalıyım seni unutmaya. Ilık ılık yüreğimi yıkayan bakışlarından… Önce gözlerinin yeşilinde saklanan ve beni her baktığımda ayrı diyarlarda dolaştıran, uçurum ürpertisi, cennet sohbeti, su yeşili gözlerinden...! Ve ömrümün gördüğü en güzel gözlerini unutabilmeliyim bad-ı sabayla beraber.

Sonra en firari gönlümün, yüreğinle yolculuğu, uyanamamış sabahlarımız, uyanamamış gecelerimiz... Biz seninle kaç kişiydik sevgili? Daha kaç kişi olurduk gitmeseydin eğer? Bu kalabalık korkuyu kalbimin sokaklarına bırakmasaydın kehkeşanlarla. Kendi küllerimi savurur gibiyim hayatın rüzgarına ve yokluğunu soluyan gözyaşlarımsın şimdi.

Nicedir görünmez oldu yanağımdaki tek gamze ve gülüşlerim senin su yeşili gözlerinde saklı kaldı. Şimdi birer hatıradan geriye kalan tebessümler beni teselli etmiyor. Mavi yalnızlığım benim, kurtarılamayan çığlığım, anılarım, acılarım benim. Tesellisiz bir günce tutuyor ruhum sanki. Sanki renkli kanatlarıyla kelebekler kaçıyor açtıkça sayfaları, gitgide tenhalaşıyor içimdeki umut artık.

Kendi sularımda buğuluyorum, ah bir bilsen kendi yalnızlığım derinlik sebebim oluyor uzayan şeb-i yelda da bir bilsen. Bu da ne senden ne de aşktan, sadece ve sadece mahrem bir duyguyla içimdeki sakladığım senden, benden.

İpek bir kefen giymiş geçmişin sararmış takvim yapraklarında {Eylül'ün} sonbaharın kırıntıları var. Tek el ateş etmeye hazır bir hasretim var yüreğimde, ta şurada çok yakınımda. Mavi yalnızlığım benim, kurtarılamayan çığlığım, anılarım, acılarım benim.

Canım çay istemiyor artık eskisi gibi. Şah damarı kesilmiş mısralarımın. Kan damlıyor kalbimin ortasından geçmiş okun temreninden. Çapraz ateşlerde vuruyor arabesk şarkılar beni. Mahcup oluyorum sağalmayan duygularımla Tanrı'ya. Evet gitmeseydin eğer daha çok severdim lacivert denize yansıyan mehtabı, gözlerindeki yakamozları…

Karanlığa ışığı değil; ışığı karanlığa tanıştırdım ben. Dargın meleğin masal rengi bulutunu alır gibi aldın elimden. Gittiğini söylemesen olmaz mıydı? Ağlarımı dağlara attım balıklar okyanusa varsın diye. Balıkçıların zıpkınına gül taktım martılara atsın diye. Şiir zannettiğim mısraların sözcüklerini bir Hallaç gibi dağlara savurdum, pamuk gibi uçurdum ardından kelime kelime. Kederinden çöllere kendini vurmuş bir Kays gibi saçlarının lavanta yeşili kokan rüzgarının peşinde takıldım sana ulaşabilmek için; ama nafile kasırga oldun gittin ve gittin. Giderken, uçurum ürpertisi titrek gözlerinle sabahıma avuçlarının içinden buse üflemezsen olmaz mıydı? Mavi yalnızlığım benim, kurtarılamayan çığlığım, anılarım, acılarım benim.

Semahındayım seni unutmadan, sonsuzluğa dönüyorum. Göçmeniyim adresinin, sürgünüme dönüyorum. Kaçıncı ölümü bu ömrümün, senin için dönüyorum. Seninim, sana dönüyorum. Bu sabah seni unutmaya başlamak için yeniden, yeniden ölüyorum. Gidiyorum bu diyarlardan başka gönüllerde dirilmek için. Senden gidiyorum, başka yüreklerde var olmak için… Sevdalara unutulmaz yeni hikayeler eklemek için gidiyorum. Her şeyimi geçmişte ve sende bıraktım. Geleceğe gidiyorum yeni umutlar için. Benden çaldığın baharı diriltmeye gidiyorum bu sonbahar hüznünde…

Aşk ve sevgiyle...

Hoşçakalın..