ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Bütün bunlardan bambaşka bir yönünüz daha var. Kilonuzdan anlaşılmıyor ama çok güzel Urfa yemekleri yaptığınızı öğrendim.
F. Rastgeldi: Annem çok güzel yemek yapardı. Ben de ona yardım ederdim. Mütemadiyen de misafirimiz olurdu. Oradan gelen bir alışkanlığım var. Yemek konusunda çok titizimdir. Sadece yapımında, tadında değil, şeklinde, servisinde bile… Mesela hanım bir turpu biçimsiz soysa, hemen niçin böyle yaptın derim. Patlıcan kızartırken eğri kesse, niçin öyle oldu? Salata yaparken şöyle, çorba yaparken böyle… (Gülüyoruz.)
M. Sarmış: Ödüllü bir ustasınız. Ondan da biraz söz etseniz…
F. Rastgeldi: Sanıyorum 2011 yılı aralık ayı idi. GAP Bölge Kalkınma İdaresi, bölge illeri arasında unutulmaya yüz tutmuş yemeklerle ilgili bir yarışma düzenlemiş. Bu işlere merakımı bilen bir arkadaş beni İl Kültür Müdürlüğüne götürdü. Orada yarışma ile ilgili bilgi verip Urfa adına bu yarışmaya benim katılmamı istediler. "Ben profesyonel aşçı değilim." filan dediysem de, ısrar ettiler. "Pekâlâ" dedim. Yarışma Hilton Otelinde yapılıyor. Urfa'nın yanı sıra Diyarbakır, Batman, Siirt, Mardin, Antep ve Kilis katılıyor. Jüri olarak da Türkiye'nin en meşhur beş gurmesini getirmişler. Hanım ve onun teyzesi Reşide Açanal Hanımla beraber katılacağız. "Miftahi tas kebabı" yapmaya karar verdik.

M. Sarmış: Bu ismin Miftahizade ailesi ile bir alakası var mı?
F. Rastgeldi: Tabii. Adını Miftahizade ailesinden alır. Urfa'nın en köklü ailelerinden biridir. Soyadı Kanunu'ndan sonra "Açanal" soyadını almışlardır. Bu yemek, sıradan bir tas kebabı değildir. Özel olarak yapılmış olan bir kapta pişirilir. (Fuat Bey bu sırada kalkıp yarışma sırasında çekilmiş fotoğrafları getirip gösterdi. M. S.) Yarışma öncesi diğer ekiplerle tanıştık. Gaziantep'ten katılan ekibin başkanı ben filanca otelin baş aşçısıyım. Şu kadar ödülüm var filan. Kilis ekibinden biri "Kız Sanat Enstitüsü yemek hocasıyım. Birincilik ödülüm var." dedi. Diğerleri de öyle, hepsi profesyonel ve ödüllü kimseler. Sıra bize geldi, hanım "Ne diyeyim?" dedi. "Ev hanımı olduğunu söyle, yeter." dedim. Ben de "emekli memurum" dedim. Herhangi bir ödülümüz de yok. Öyle olunca diğerleri bize biraz hor baktılar. Şimdi şöyle bir şey diyeyim. Yemeğin birinci şartı malzemenin kalitesidir. Ne kadar usta olursan ol, malzeme iyi değilse o yemek iyi olmaz. Onun için malzemenin kalitesine çok dikkat ettim. Miftahi tas kebabı en iyi "toklu" etinden yapılır. Altı ayı doldurmuş, ama bir yaşını geçmemiş erkek kuzuya toklu denir. Toklunun eti hem yumuşak hem lezzetlidir. Onun budundan yaptık.
M. Sarmış: Sonuç?
F. Rastgeldi: Yemekler illerin alfabetik sıralamasına göre gurmelere takdim edildi. Batman 1. sırada, Şanlıurfa en sonuncu. "Eyvah!" dedim, "Gurmeler bize gelinceye kadar doyar." Aleyhimize bir durum. Neyse yemeğimizi takdim edip sonuçları beklemeye başladık. Üçüncüden itibaren açıklamaya başladılar. Üçüncü Gaziantep, ikinci Batman… Birinciyi açıklamak üzere GAP İdaresi müdürünü çağırdılar. Adam yarım saat konuştu, GAP idaresinin hizmetlerini anlattı. Sonunda açıkladı. Biz birinci olduk.
M. Sarmış: Bu arada ödül ne idi?
F. Rastgeldi: 10 bin lira. Onun da bin lirasını yemek için harcamıştık.
M. Sarmış: Eyvallah abi. Tebrik ederim. Urfa'yı iyi temsil etmişsiniz.
Urfa ile ilgili hemen hemen her konuda söyleyeceğiniz sözler var. Bir kısmını yukarıda çeşitli vesilelerle konuştuk. Sinema bahsi de kısaca geçti. Urfa sinemaları üzerine birçok yazı yazmışsınız. Şimdi o konuda biraz detay almak istiyorum. Urfa'da sinema nasıl başladı? Hangi sinemalar vardı? Nerede idiler? Sahipleri kimlerdi?
F. Rastgeldi: Urfa'daki ilk sinema gösteriminin Balıklıgöl civarında kurulan bir çadırda yapıldığını biliyoruz. İlk düzenli sinema gösterilerinin yapıldığı salon ise şimdiki postane binasının yerinde bulunan Tayyare Camiyeti'nin salonudur. Esas sinema salonu olarak inşa edilen ilk yapı ise Köprübaşı'nda olup tahminen 1917 yılında başlanıp 1920'de bitirilmiştir. Yan yana iki binadır. Biri otel, diğeri sinema salonu. Adları da "Uray Oteli" ve "Uray Sineması". Bende 1949 yılına ait bir fotoğraf var, hâlâ otel olarak görülüyor. O bina daha sonra belediyeye tahsis edilmiş. 1983'e kadar da öyle kaldı. O tarihte yıkılıp betonarme bir bina yapıldı. Biliyorsunuz o bina da iki yıl önce 2021'in mayıs ayı başlarında yıkılıp çay bahçesine çevrildi. Salona gelince, belediye orayı çalıştıramayınca Ahmet Naci Türkmen adında birine kiraya verildi. Tam tarihini bilmiyorum, 1950'lerde olması lazım. Bundan dolayı adı da Türkmen Sineması oldu. İçinde bir Rus ressamın resimlerinin olduğu çok güzel bir salondu. Uzun müddet sinema olarak faaliyet gösterdi. Hemen geride Bican Ağa Hanı var. O hanı da Ahmet Naci çalıştırıyordu. Onun dam kısmına da Türkmen Sineması'nın yazlığını yapmıştı. Güneye bakan çok güzel taş işçiliğinin olduğu bir kapısı vardı; yukarıya oradan çıkılırdı. Ahşap sandalyeler vardı. Arkada Urfalı ailelerin oturduğu ahşap localar vardı. Kışlık da öyleydi. Localar üst katta balkonda idi. Yazlık kısmı bir akşam filmler bittikten sonra yandı. Bir daha açmadılar. Yeri bir ara içkili lokanta olarak kullanıldı.
Han da Bican Ağa tarafından Yemen Askeri Mustafa Ağa'ya satılmış, ondan da galiba Ahmet Naci almış. Garaj olarak kullanılıyordu. İçinde tamirciler vardı. Daha sonra güney tarafındaki odaların iç tarafını kapatıp dış duvarlarını açarak dükkâna çevirdiler. Bazısı bilardo salonu, bazısı birahane oldu. Doğuya, caddeye bakan odalar ise lokanta ve sair iş yerlerine dönüştü.
M. Sarmış: Türkmen Sineması'nın kışlık bölümüne ne oldu?
F. Rastgeldi: 1970'li yıllarda başlayan porno film furyası yüzünden kapandı. Uzun süre depo olarak kullanıldı. Ahmet Bahçıvan'ın Belediye Başkanı olduğu dönemde büyük bir onarımdan geçirildi ve "Şair Nabi Kültür Merkezi" adı ile kültürel çalışmalara tahsis edildi. Bu arada salondaki o güzelim resimler de silinip gitti.
M. Sarmış: Diğer sinemalardan da kısa kısa bahsedelim.
F. Rastgeldi: Bir diğer sinema Atlas Sineması'dır. Abdüssamet Taplamacı, 1950'lerin başında Karakoyun Deresinin kenarında yaptırdı. İstanbul ve İzmir gibi şehirlerdeki aynı isimli sinemalardan ilhamla "Atlas Sineması" ismini verdi. Modern bir sinema idi. Balkonuna koltuk koymak, elektrikle açılır kapanır sahne perdesi taktırmak gibi birçok yeniliği o getirdi. Çoğunlukla ecnebi filmler oynatılırdı. Yazlığı da üst katta idi. Abdüssamet'ten sonra oğulları Mehmet ve Kemal tarafından çalıştırıldı. Sonra kiraya verdiler. 1999 yılında çıkan bir yangından sonra o da kapandı. Bina olarak halen duruyor.
M. Sarmış: Bir de İnci Sineması var.
F. Rastgeldi: Bediüzzaman'ın kuzeydoğusunda bizim garajımızın olduğunu söylemiştim. Onun doğusu boş bir arsa idi. Hüseyin Mısır adlı bir vatandaş "Devtüs" traktörlerinin bayiliğini almak istiyor ve babama gelip orada bir acente açmayı ve ortak olmayı teklif ediyor. Yıl 1950. O yıllarda Demokrat Parti iktidarı ile zirai alanda büyük bir atılım başlatılmış. Traktöre büyük talep var, çok satılıyor. Babam teklifi kabul ediyor. Oraya büyük bir salon yapıyorlar. Üstünü betonla kapatmak çok pahalı. O sırada askeriyenin barakaları satılıyormuş. Bir baraka almışlar. Salonun üstünü ahşapla kapatmış, üzerini de o barakadan getirdikleri saclarla döşemişler. Ancak bayiliği alamamışlar. Bunun üzerine Hüseyin Mısır, babama "Ben burayı sinema yapacağım." diyor. Adam bir sürü masraf etmiş. Babam da kabul ediyor. Böylece orası 1952 yılında İnci Sineması olarak açılıyor. İlk gün "Tuzak" diye ecnebi bir film oynatıldı. O zamana kadar renkli film yok. Açılış münasebetiyle ilk defa renkli bir film oynatılıyor. Giriş de ücretsiz oluyor. Biz de ailecek gidip locadan izledik. Babam gelmedi. Babam sinemadan hoşlanmazdı, hiç gitmezdi.
Bilahare Hüseyin Mısır sinemayı Fevzi Duygun'a devretti. Ama yer bizim. Feyzi Duygun kiracı olarak belki 30 yıl kadar çalıştırdı. Yazlığı da başka yerlerde yaptı. Atlas Sinemasının bitişiğinde yaptı, orası yandı. Karakoyun Deresinin kenarında yaptı, orası da elverişli bir yer olmadığı için kısa bir süre sonra kapandı. Kısa bir süre de Mahmut Nedim Konağı'nın önündeki boş arsayı yazlık olarak kullandılar.

M. Sarmış: Fevzi Duygun, "Sinemaçı Fezi" diye meşhurdu. Kardeşinin oğlu Kadir İlhan Duygun benim ortaokuldan sınıf arkadaşım idi.
F. Rastgeldi: Fevzi'nin bir kardeşi de Urfaspor'un amigosu "Mame" idi.
M. Sarmış: Bir sinema da Koyuncu Pazarı'nda varmış.
F. Rastgeldi: Evet. Adı "Şehir Sineması" idi. Onu da Atlas Sinemasının sahibi Abdüssamet Taplamacı'nın oğulları yukarı tarafa gelemeyenler için açmıştı. Haşimiye ve Arap Meydanı arasında, Çifte Hanı'n karşısındaydı. 1963 yılında açıldı. Fakat güzel filmler oynatılsa da orası pek çalışmadı. Sonra da kapandı. Salonu hâlâ duruyor, sanırım yün deposu olarak kullanılıyor.
Taplamacılar'ın bir sinema girişimi daha vardır. Renk Sineması adıyla yazlık bir sinema. Bunu da Abdüssamet'in oğlu Kemal Taplamacı açtı. Eski 11 Nisan Stadyumu'nun karşısında, Bahçelievler henüz yokken açıldı. Fakat o da çok uzun sürmedi, 1970'lerin başlarında kapandı.
Bir yazlık sinema daha var. Asfalt Yol'da, bugünkü Rastgeldi Oto Parkı'nın bulunduğu yerde açıldı. Eski sarayın yerinde olduğu için adını Saray Sineması koymuşlar. 1953 yılında Ömer Erkasap ve Recep Özbek tarafından açılmış. O da bir yangın sonucu kapandı.
M. Sarmış: 80-90'larda uzun bir süre Urfa'da hiç sinema yoktu.
F. Rastgeldi: 1987'den 1999'a kadar 12 yıl.
M. Sarmış: Sonra Özen Sineması açıldı.
F. Rastgeldi: Asfalt yol'un güney tarafında. Eski Vatan Okulu'nun salonu. 1999 yılında önce Özen Sineması adıyla açıldı. Sonra el değiştirdi Emek Sineması oldu.
Artık AVM'lerde faaliyet gösteren çok sinema var. Adlarını pek bilmiyorum.