ON İKİNCİ BÖLÜM

M. Sarmış: Allah sağlık afiyet versin, siz de devam edin inşallah! Şimdi resim konusuna gelelim. Çok güzel resimleriniz var. Bu merak ne zaman ve nasıl başladı?
F. Rastgeldi: Köyde küçükken çok futbol oynadık ama ben öyle spor yapmayı değil de spor işlerini, haberlerini pek sevmem. İnce işleri çok severim. Küçükken sessiz ve sakin bir çocuktum. Resme meraklıydım. Oturur kendi kendime resim yapardım. Sanat Okulunda teknik resim dersi vardı. O derste çok iyiydim. Sadece ders olsun diye değil, zevk için çok emek verirdim. Mezun olduktan sonra Güzel Sanatlar'a girmek istedim, ama dediğim gibi okulum ve diplomam uygun olmadığı için giremedim. Şimdi imkânım olsa iki branş üzerine yetişmek isterim. Biri beyin cerrahlığı. Çünkü elimden ince işler geliyor. Tamirat işlerine de merakım var. Evin elektrik, su gibi tamirat işlerini hep ben yaparım. Diğeri ressamlık… O da bir çeşit ince iş. Hem yetenek gerektiriyor, hem de gayret, hassasiyet… Sevmeyen, merakı olmayan, gayret etmeyen yapamaz. Doğrusu ben de istikrarlı bir şekilde sürdüremedim. Araya üniversite girdi, iş girdi, evlilik girdi. Bu yüzden uzun bir süre resimden uzak kaldım. Ta ki emekli oluncaya kadar… Fakat içimde bir ukde olarak kalmıştı. Emekli olunca başladım. Aslında yağlı boya yapmayı seviyorum. Fakat Urfa'nın yıkılmış çok güzel evleri ve daha başka mimari eserleri var. Hepsi çok güzel binalar, mükemmel taş işçiliği. Onların gravürlerini yapmaya başladım. Bunların 36 tanesini tespit ettim. 12-13 tanesini yaptım. Şu duvarda gördükleriniz onlar. Diğerlerini de yapacağım. Eğer hepsini yapabilirsem önce bir sergi açacağım, sonra da kitap olarak yayınlayacağım. Yağlı boyaya da döneceğim.

M. Sarmış: Bu konuda kimseden ders aldınız mı?

F. Rastgeldi: Hiç kimseden ders almadım. Kendi kendime çalıştım. Usta ressamların resimlerini inceledim, çalışmalarını takip ettim. Mesela bir gün Su Meydanı'nda, uzun zaman o mahallede muhtarlık yapan Kadir Kavasoğlu'nun evi vardı. Evinin altında bir oda vardı. Bir gün baktım orada birisi yağlı boya resim yapıyor. O sırada Sanat Okulu'nda lise son sınıftayım. Resme meraklıyım. Girip adamla tanıştık. Adı Fuat Aydınoğlu, ama resimlerine "Tezel" diye imza atardı. 50 yaşlarında kadardı.

M. Sarmış: Urfalı mı?

F. Rastgeldi: Değil. Nereli olduğunu da bilmiyorum. Daha önce evimizin de Su Meydanı'nda olduğunu söylemiştim. Altında da, af buyurun, bir ahır vardı. Köyden gelen veya köye gidecek hayvanlar oraya bağlanırdı. Sonradan dükkân şekline getirdik. Boş duruyordu. Ressam Fuat'a "Gel o dükkânı sana vereyim, orada çalış." dedim "Olur." dedi. Babama söyledim, kabul etti, anahtarı alıp verdim. Geçmiş gün ayda 60 lira mı, 100 lira mı, artık ne kadarsa aylık kira verecek. Gelip yerleşti. Zaten kimi kimsesi yok. Doğru dürüst bir eşyası da yok. Bir battaniyenin yarısını altına seriyor, yarısını üstüne örtüyor. Ben bizim evden yatak yorgan getirdim kendisine. Gece yatıyor, gündüz toplayıp kenara koyuyor. O şekilde hem orada yaşamaya başladı, hem de resim yapıyor. Manzara resimleri. 10 liraya 15 liraya satıyor. Akşamları da şarap alıp getiriyor, içiyor. Evimizin hemen altı. Bazen akşamları yanına inip çalışmalarını izliyorum. Bazen Cihat Kürkçüoğlu ve Abdurrahman Polat da geliyor. Arada Cihat'ın abisi Nihat da geliyor. Biliyorsunuz onlar da resim yapıyorlar. Sonraları babam adamın şarap içtiğini öğrenince bir gün yanına gitmiş. "Sende benim birikmiş iki üç aylık alacağım var; onu da istemiyorum. Aybaşına bir hafta var. O zamana kadar dükkânımı boşalt. Babam beş vakit namazında hacı bir adamdı. Öyle şeylerden hoşlanmazdı. Belki yanına gidip geliyorum diye benim için de endişelenmiştir.

Çok enteresan bir adamdı o ressam. Bir gün bana dedi ki, bir yerde balık satılıyor, gidip alacağım. Elinde sepetle gitti, yarım saat kadar sonra geldi. Sepetin içinde üç dört tane balık. Kesti, temizledi. Gaz ocağını yaktı, yağ koydu, balıkları pişirdi, yemeğe başladı. Bana da verdi. Her tarafı kılçıklı bir balık. Bir parça yiyip bıraktım. Sonra öğrendim ki "Herrahman'a (Balıklıgöl) gidip sepeti daldırmış, girenleri alıp getirmiş. Meğer bize yedirdiği de oranın balığı imiş. (Gülüyor)

Neyse, babamın uyarısı üzerine orayı boşalttı. Hazar Pasajı'nın bodrum katında boş bir yere taşındı. O arada ben okulu bitirip yükseköğrenim için İstanbul'a gittim. Benden sonra üç beş ay daha kalmış. Sonra bir gün ortadan kaybolmuş. Sağa sola borçlanmış. Muhtemelen kaçmış. Nereye gittiğini bilmiyoruz.

M. Sarmış: Yine konuyu değiştireceğim. Bu sefer müzik… Sizin bir başka ilgi alanınız...
F. Rastgeldi: Bizim ailemiz musikişinastır. Çoğu çalar ve söyler. Tülmen'de, bağda, bahçede, evde, başka yerde çalıp söylemeye meraklıyızdır. Mesela abim keman çalardı. Amcam oğlu kanun, abimin oğlu emekli öğretmen Uğur yine kanun çalar, söyler.

M. Sarmış: Uğur Beyi bilirim. Bir ara bizi sıra arkadaşımız oldu. Oğlu Doktor Yiğit de Şair Nabi İlköğretim Okulundan öğrencimizdir.

F. Rastgeldi: Bilmiyordum. Onun ablası Samiye Rastgeldi müzikte çok ilerledi. ŞURKAV'ın düzenlediği Türk halk müziği ses yarışmasında birincilik aldı. TRT Ankara Radyosu'nun açtığı Türk sanat müziği amatör ses yarışmasında finale kaldı. Başka müzik yarışmalarında da dereceleri var. Sanatçı olması için çok teklifler geldi. Fakat kendisi akademik hayatı tercih etti. Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nü üçüncülükle bitirdi. Ege Üniversitesi'nde araştırma görevlisi oldu. Aynı üniversitenin Devlet Türk Müziği Konservatuvarı Öğretim Görevlisi Dr. Zeynel Demir ile evlendi. Sonra doçent oldu. Şimdi de beyi ile beraber Hollanda'da yaşıyor. Müzikten de kopmadı. Çok önemli ve ses getiren çalışmaları oldu. Sekiz dilde türkü söylediği CD'leri var. Kardeşi Yiğit de ud çalar. Bizde kadın erkek müzikle uğraşan çok.

M. Sarmış: Sizin ilginiz ne zaman başladı ve hangi düzeyde?

F. Rastgeldi: Aslında gençlik yıllarıma kadar gider. Fakat uğraşamadım. Üniversiteyi bitirdikten sonra bu merakımın peşinde düştüm. Filancalar çalıyorsa ben de çalarım dedim. Ahmet Alaybeyi diye çok kıymetli bir müzisyen vardır. Akrabamızdır. Benim de dostumdur. Ona gidip "Ahmet Abi bana bir saz alalım." dedim. "Tamam." dedi. Önce Asfalt Yol'da Aziz Çekirge'nin dükkânına gittik. Şimdi Eyyübiye İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün kullandığı eskiden lise olan taş binanın karşısında. Orada biraz sazlara baktık. Sonra Nacar Pazarı'nın arka tarafında Tertipli Mustafa diye birisinin dükkânına gittik. Oradan çok güzel bir bağlama aldık. Kendi kendime biraz çalıştım.

M. Sarmış: Kimseden ders almadınız mı?

F. Rastgeldi: Almadım. Kendi kendime bir şeyler öğrendim. Bazı Urfa türkülerini çalabilecek duruma geldim. Fakat fazla zamanım yoktu. İş hayatı, askerlik, evlilik, derken devamını getiremedim. Eh bu işler de sadece hevesle olmuyor, emek vermek lazım. Ben onu yapamadım. Fakat müziğe meraklıyımdır. Zaman zaman Aziz Çekirge'yi alıp Tülmen'e giderdim. O tabii çok usta. Çalıp söylerdi. Aile olarak çok meraklı olduğumuzu söylemiştim. Geçmişte ailemiz Mukim Tahir'i Tülmen'e getirirmiş, Tülmen'de yatıp kalkarmış. Tabii ben yetişemedim. Biz çocukken "Hırrik Azzo" diye bağlama çalan biri vardı. O da Tülmen'e gelip üç beş ay kalır, çalıp söylerdi. Yani anlayacağınız bütün ailemizde müzik zevki ve merakı vardır.

M. Sarmış: Şu anda sizin bağlama çalışmalarınız devam ediyor mu?

F. Rastgeldi: Yok, hayır, devam etmiyor. İçeride bir kemanım var, iki bağlamam var, bir udum var, darbukam var. Fakat öylece duruyor. Hiçbirini kullanmıyorum.

M. Sarmış: Fakat iyi bir dinleyicisisiniz. Hangi türü ya da türleri tercih ediyorsunuz?
F. Rastgeldi: Halk müziğini ve klasik Türk müziğini severim. Urfa türkülerini çok severim. Batı müziği ile aram hiç yok.

M. Sarmış: İyi bir plak koleksiyonunuz olduğunu biliyorum.

F. Rastgeldi: 50 Kadar plağım var. Zaman zaman dinliyorum. Misafirlerime dinletiyorum. Sadece müzik konusunda değil, başka konularda da bazen benden soru soran oluyor, ufak tefek bilgi isteyen oluyor, kitap, dergi isteyenler oluyor. Cihat Kürkçüoğlu, Mehmet Kurtoğlu ve daha başkaları… Ben de yardımcı olmaya çalışıyorum. Bazen de bir yerde eksik veya yanlış bilgi var; ulaşabilirsem onun doğrusu budur diye düzeltmeye çalışıyorum.