BİRİNCİ BÖLÜM

Eyyübiye, hem Urfa'nın merkez ilçelerinden birinin, hem bu ilçedeki bir mahallenin adıdır. Fakat Urfalılar, eskiden beri Harrankapı'dan başlayıp güneye doğru uzayan semtin tamamına Eyyübiye derler.

Başlıkta 'Eyyübiye'de Yürüyüş' dedim ama aslında Eyyübiye'nin, hatta Eyyübiye Mahallesi'nin tamamında yürümeyeceğim. Buna imkanım da yok, gerek de yok; çünkü meskûn yerlerin tarihi bir niteliği yok. Ben sadece Eyyübiye'deki tarihi mekanlarda yürüyeceğim. Aslında tamamen yürümek de sayılmaz. Görmek istediğim yerler birbirinden bir hayli uzak olduğu için aradaki mesafeleri mecburen arabayla geçmek zorundayım. Onun için de bana yardımcı olmak üzere bir yol arkadaşım var: Seyyid İsmail Özbek. Kendisinden bir önceki yürüyüşümde Rızvaniye Medresesi'nden geçerken söz etmiştim. 1988 doğumlu, genç, yetenekli bir hattat. Biri 'Geleneksel El Sanatları ve Usta Öğreticiler Derneği (ŞUGES), diğeri 'Sadaka Köprüsü Uluslararası İnsani Eğitim ve Yardımlaşma Derneği' olmak üzere iki derneğin kurucusu. Hayır hasenat işlerinde ve gençlerin eğitimi konusunda çok aktif bir kardeşimiz. Eyyübiyeli olduğu için gezeceğimiz yerleri iyi tanıyor. Bu uzun ve yorucu yolculuğumun onun sayesinde kolaylaşacağına inanıyorum.

Bu konuda kendisinden aylar önce söz almıştım. Nihayet o gün geldi. Yolumuz uzun olduğu için öğlenden önce buluşmaya karar verdik. Beni otobüslerin toplama merkezinden aldı.

Aslında birkaç günden beri canım sıkkındı. Genel ve özel sebepler bir araya gelmiş ve beni zaman zaman kıskıvrak yakalayan o derin hüzün iklimine sürüklemişti. Bir süreden beri ülke gündemini meşgul eden Mersin'deki 'Müslüme' adlı küçük kızın dramı ve ardındaki korkunç gerçekler de duygularımı alt üst etmiş, insanlığımdan utandırmıştı. O yüzden canım hiçbir şey istemediği gibi bu yürüyüşü de istemiyordu. Fakat artık kendim için mecburi bir görev saydığımdan dolayı aksatmak istemedim. Her zaman büyük bir aşkla yaptığım ön hazırlıkları bu sefer zoraki yapmıştım. Acaba bu psikoloji içinde yürümek, fotoğraf çekmek, gerektiğinde konuşmak nasıl olacaktı? Hele yanımda biri varken somurtup durmak ayıp olmaz mıydı?

Fakat daha yola çıktığım ilk andan itibaren gevşemeye başladığımı hissettim. Hele İsmail'in arabasına biner binmez her şeyi unutup her zamanki heyecanıma kavuştum. Bunda İsmail'in yaydığı pozitif enerjinin de etkisi oldu şüphesiz. Yanımda böyle enerji dolu, hoş sohbet biri olunca bu yürüyüşümün de çok zevkli geçeceğine inanmaya başladım.

***

Urfa'da Hz. İbrahim'den sonra adı en çok geçen peygamber Hz. Eyyub. Bunun sebebi tıpkı Hz. İbrahim gibi onun da Urfa'da yaşamış olduğuna inanılması. Bundan dolayı yürüyüşe geçmeden önce Hz. Eyyub Peygamberden söz etmem gerek.

Yahudilerin kutsal metinleri olan 'Tanah'ın üçüncü ve son bölümünü oluşturan 'Ketuvim'in bölümlerinden biri 'Eyüp Kitabı'dır ve ondan uzun uzun söz eder. Buna göre;

'Uts ülkesinde Eyüp adında bir adam yaşardı. Kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınırdı. Yedi oğlu, üç kızı vardı. Yedi bin koyuna, üç bin deveye, beş yüz çift öküze, beş yüz çift eşeğe ve pek çok köleye sahipti. Doğudaki insanların en zengini oydu. Oğulları sırayla evlerinde şölen verir, birlikte yiyip içmek için üç kızkardeşlerini de çağırırlardı. Bu şölen dönemi bitince Eyüp onları çağırtıp kutsardı. Sabah erkenden kalkar, 'Çocuklarım günah işlemiş, içlerinden Tanrı'ya sövmüş olabilirler' diyerek her biri için yakmalık sunu sunardı. Eyüp hep böyle yapardı.'

Rab, bir gün huzuruna çıkan Şeytan'a kulu Eyüb'ü çok övünce, Şeytan, 'Eyüp Tanrı'dan boşuna mı korkuyor? Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı. Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir.' der. Bunun üzerine Rab Eyüp'ü sınaması için Şeytan'a izin verir. Derken arka arkaya gelen felaketlerle Eyüp bütün malını, arkasından evlatlarını kaybeder. Buna rağmen 'Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. Rab verdi, Rab aldı, Rab'bin adına övgüler olsun!' diyerek sabır gösterir, isyan etmez, Tanrı'yı suçlamaz, günaha girmez.

Rab Şeytan'a, bak her şeye rağmen 'o doğruluğunu hala sürdürüyor' deyince 'Cana can!' der Şeytan, 'İnsan canı için her şeyini verir. Elini uzat da, onun etine, kemiğine dokun, yüzüne karşı sövecektir.' Rab 'Peki' der ve bir kere daha Şeytan'a onu denemesi için izin verir. Bundan sonra Eyüp'ün bedeninde tepeden tırnağa kadar kötü çıbanlar çıkar. Eyüp kül içinde oturur, çömlek parçaları ile çıbanlarını kaşır. Karısı 'Hala doğruluğunu sürdürüyor musun? Tanrı'ya söv de öl bari!' deyince 'Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?' diye cevap verir, yine ağzından günah sayılabilecek bir söz çıkmaz.

Bir süre sonra acısını paylaşmak ve onu avutmak için kendisini üç dostu ziyaret eder. Ancak çektiği acıyı görüp yedi gün boyunca sessizce otururlar. Nihayet Eyüp, doğduğu güne lanet ederek sessizliği bozar, bütün bunları hak etmediğini söyleyip şikayet etmeye başlar. Rab de ona seslenerek, dünyayı nasıl yarattığı, tabiatın nasıl çalıştığı gibi Eyüp'ün bilmediği birçok şey olduğunu söyler ve onu eleştirip azarlar. Sonunda Eyüp hatasını anlayıp 'Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum.' der. Rab de Eyüp'ün duasını kabul eder ve onu eski durumuna kavuşturup önceki varlığının iki katını verir. Bundan sonra Eyüp yüz kırk yıl daha yaşar, oğullarını, dört göbek torunlarını görür, kocayıp hayata doyarak ölür.

Kur'an- Kerim'de ise Hz. Eyyub'un adı üç surede geçer. En'am Suresinde sadece adı anılırken diğer iki surede tabi olduğu zorlu imtihandan söz edilir:

'Eyyûb'u da an! Hani rabbine, 'Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin en üstünüsün' diye niyaz etmişti.

Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için anılacak bir örnek olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik; ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.' (Enbiya Suresi, 83-84)

Başka bir yerde de şöyle denilmektedir:

'Kulumuz Eyyûb'u da an. O, Rabbine, 'Şeytan bana sıkıntı ve acı vermektedir' diye seslenmişti.

'Ayağını yere vur (dedik), işte yıkanılacak ve içilecek serin bir su!'

'Tarafımızdan bir rahmet ve akıl iz'an sahipleri için de anılacak bir örnek olmak üzere ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha bağışladık.' (Sad Suresi, 41-43)

Devamındaki 44. Ayette ise kıssanın başka bir boyutuna yer verilmektedir:

'(Bir yemini vardı.) 'Eline bir demet bitki sapı alıp onunla vur ve böylece yeminini yerine getirmiş ol' (dedik). Gerçekten biz onu sıkıntılara dayanıklı bulduk. O ne güzel bir kuldu! Yönü hep Allah'a dönüktü.'

Bu son ayet genel olarak şu şekilde tefsir edilmiştir:

'Eyyûb'un eşi, hastalığı süresince ona hizmetten bir an bile geri durmamıştı. Fakat bir defasında üzüntüsü yüzünden Eyyûb'u isyana teşvik eden bazı sözler söylemiş, buna canı sıkılan Eyyûb da iyileştiği zaman ona yüz sopa vurarak cezalandıracağına yemin etmişti. Ancak kadının maksadı kötü olmadığı, Eyyûb da sadakatinden ve hizmetinden dolayı onu çok sevdiği için 44. ayette Allah Teala Eyyûb'a bu cezayı sembolik bir şekilde uygulama yolunu göstermiştir. Bu olay, cezadan maksadın, insanlara acı çektirmek değil, düzeni ve asayişi korumak, haksızlıkları engellemek olduğunu; uygulamada suçlunun özel durumunun, iyi halinin göz önüne alınması gerektiğini hatırlatması bakımından da önem taşımaktadır.' ('Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri', Hazırlayanlar: Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları)

Her iki kitapta anlatılanların özü aynıdır; Allah Hz. Eyyub'u bir imtihana tabi tutmuş, malını ve evladını almış, son olarak da ağır bir hastalık vermiştir. Fakat arada çok temel bir fark vardır; Kitab-ı Mukaddes'e göre imtihan uzayınca Hz. Eyyub Şeytan'a uyup şikayet etmiş, sonra hatasını anlayıp tövbe etmiş, Allah da kendisini affetmiştir. Kur'an'a göre ise sabrını sonuna kadar muhafaza etmiştir. Her iki kitaba göre sonunda Allah aldığı mallarını ve evlatlarını misliyle geri vermiştir.

Ancak olay bu kadarla kalmamış, başta tefsir olmak üzere İslami kitaplara, İsrailiyat kaynaklı pek çok rivayet sokulmuş, o da yetmemiş halk muhayyilesi de birçok şey uydurmuş. Özellikle de hastalığına dair neler neler? Yaralarına kurtlar düşmüş, bu kurtlar yere düştükçe kaldırıp tekrar vücuduna koyarak 'Buyrun, rızkınızı yeyin' demiş, bu yaralardan dolayı kokudan yanına yaklaşılamaz duruma gelince halk tiksinerek onu kentin dışındaki bir çöplüğe atmış, hanımından başka destek veren olmamış, hatta o bile dayanamayıp zaman zaman kendisini terk etmiş, Hz. Eyyup bu çöplükte yedi yıl kadar ıstırap çekmiş, gibi…

Bu arada Urfalılar da Hz. Eyyub'u getirip Urfa'ya yerleştirmiştir. Onun çile çektiğine inanılan mağara ile hastalığından iyileşmesine sebep olduğu için şifalı olduğuna inanılan su kuyusu Eyyübiye'dedir. Ayrıca Urfa'ya yaklaşık 100 km. mesafede olup Viranşehir sınırları içinde kalan Eyüp Nebi Köyü'ndeki dört mezardan birinin Hz. Eyyûb'a, diğerlerinin de eşi Hz. Rahime'ye (aslı Rahmet), oğlu Havmel'e ve mezarını ziyarete gelirken vefat eden Hz. Elyesa Peygamber'e ait olduğuna inanılmaktadır. Yine burada Hz. Eyyub'un yıkanarak ve içerek şifa bulduğu, bu yüzden şifalı olduğuna inanılan 'Bi'ra Şir' (Süt Kuyusu) ve sırtını dayadığına inanılan sabır taşı bulunmaktadır.

Eyyub Peygamber'in öne çıkan en önemli vasfı, geçirdiği büyük imtihan sırasında gösterdiği sabrıdır. Bu yüzden 'Eyüp sabrı', medeniyetimizin önemli deyimlerinden biri haline gelmiştir. 'Sabır taşı' deyimin kaynağı da yine Hz. Eyyub'dur. Ve sabır, Eyüp ismi ile o kadar özdeşleşmiştir ki çocuklara çok zaman 'Eyüp Sabri' olarak ikisi bir arada verilmiştir. Herhalde dünyada ve ülkemizde 'Eyüp' isminin en çok konulduğu yer de Urfa'dır. Onun eşi Rahime'nin isminin de en çok konulduğu yer Urfa olsa gerektir.

***

Yürüyüşümüzün ilk durağı, sadece Eyyübiye İlçesinin değil Urfa'nın en büyük camilerinden biri olan 'Eyyüp Peygamber Camii'. Aslında, çift minareli camisi, Kur'an kursu, Çile Mağarası, şifalı su kuyusu, mezarlığı ve alışveriş mekanları ile büyük bir külliye. Kemerli geçitler, boydan boya uzayan revaklar, taş döşeli yollar, ağaçlar, çiçekler… Gerçekten güzel bir atmosferi var. İnşaatı çok uzun sürmüş, ancak 1985 yılında ibadete açılmıştı.

Külliyeye kuzeydoğusundaki kapıdan girdik. İlk olarak camiyi gezdik. Namaz saati olmadığı için kimsecikler yoktu. Revaklarla çevrili son cemaat mahallindeki hatları Urfalı hattatlarımızdan emekli öğretmen Mehmet Ali Caduk yazmış. Dergah Camii ve civarı nasıl ki Hz. İbrahim'le ilgili ayetler donatılmışsa burada da her tarafta Hz. Eyyub ile ilgili ayetlerle karşılaşıyoruz.

Caminin içi de, hem mimarisi hem döşemesi açısından son derecede güzel. Kubbenin etrafındaki yazılar İsmail'in hat hocası İbrahim Umuç'a aitmiş.

Çıkışta ilk olarak 'Çile Mağarası'nı görmek istedik. Batıdaki ana kapının karşısında, caminin kuzey batısında yer alan bu küçük mağara, Urfa'nın en çok ziyaret edilen yerlerinden biri. Hz. Eyyub, hastalığı ilerleyince bu mağaraya çekilmiş ve iyileşinceye kadar burada kalmış. Üzeri altı ayaklı beton bir kubbe ile kapatılmış. Kubbenin üst kısmının sıvaları yer yer dökülmüş. Keşke külliyenin diğer yerleri gibi burası da Urfa taşından yapılsa diye düşündüm. Yine mağaranın üstüne de aynı şekilde karo yerine taş döşense. Hemen sol tarafta ise yeşil boyalı ahşap kulübede 'şifalı' sular için mataralar ve renkli şişeler satılıyor ve bağış kabul ediliyor. Yardımlar 'Makam'a ve çevresine harcanmaktaymış. Külliyenin başka yerlerinde de matara satış yerleri var.

Kubbe girişinin hemen altında sarı zemin üzerine siyah yazılı iki levha yer alıyor. Üsttekinde Sad Suresinin 44. Ayetinin son kısmının Arapçası ve meali var: 'Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı bulduk. O ne güzel bir kuldu! O Allah'a çok yönelen bir kimse idi.' Onun altındaki levhada ise 'Hz. Eyyub (A.S.) Sabır Makamı' yazıyor. Sonra mağaranın esas girişi. Onun üstünde ise Enbiya Suresi 83. Ayetin bir bölümü yer alıyor: 'Allahım! Dert vücudumu istila etmektedir. Sen esirgeyicilerin esirgeyicisisin.' Onun altında çok büyük harflerle 'Edeple giren lütufla döner' yazısı, onun da altında 'Makamda namaz kılınmaz' uyarısı… Mağaraya bir kişinin ancak sığabileceği dar ve çok dik bir merdivenle iniliyor. Dikkatli olunmazsa kayılabilir, kafa üst tarafa çarpılabilir. O sırada değil ama daha sonra fotoğrafları incelerken bu girişin ve bu yazıların, oraya hiç de uygun olmadığını düşündüm. Buranın atmosferine uygun daha güzel bir düzenleme yapılabilir.

O sırada bunlar hiç aklıma gelmedi. Kendimi tamamen akışa bıraktım ve o anı yaşamaya çalıştım. Ayakkabılarımı çıkarıp merdivenlerden besmele çekerek indim. Küçücük ve ayağa kalkmanın mümkün olmadığı bir mağara. Merdivenler ve zemin ahşap kaplı. Tam karşıdaki esas çile kısmı camla kapatılmış ve yeşil bir ışıkla aydınlatılmış. Önce merdivenin alt basamağında, arkamdan İsmail gelince de o camla kaplı bölmenin önünde oturdum. Buranın gerçekten kendisine ait olup olmadığını aklıma getirmeden doğrudan Hz. Eyyub'u düşünmeye çalıştım. Tabi olduğu imtihanı. Bir zamanlar o kadar zenginken her şeyini kaybetmesini, çocuklarının ölmesini ve yakalandığı ağır hastalığı… Söyleyip geçtiğimiz ve söyleye söyleye sıradanlaştırdığımız bu imtihan aslında ne kadar büyük, ne kadar zor? En ufak bir maddi kaybımızda, çocuklarımızın, bırak ölmesini, hastalanmasında, en basit bir rahatsızlığımızda, içine girdiğimiz halet-i ruhiyeyi, korkuları, telaşları, başvurduğumuz doğru yanlış yolları… Sabır gerçekten büyük bir başarı. Hz. Eyyub boşuna sabrın sembolü olmamış… Gerçekten çok güzel bir kulmuş…

Bu arada mağaranın düz duvarlarına ziyaretçilerin yazdığı yazılar dikkatimi çekti. Fotoğraflarını sonradan incelediğim zaman hem acıdım, hem gülümsedim. Yasak olduğu halde ne yapıp edip yazmışlar. Birisi 'Oğlum İsmail'e sabır ver. Kardeşim Ali yuvasını kursun Allahım!' diye yazmış. Bir başkası 'Allahım! Anneme şifa ver. Bu yazıyı gören dua etsin.' Bir genç de Allah'tan güzel bir lise kazanmayı nasip etmesini istemiş. Kimileri de kendi adını veya yaşadığı yerin adını yazmış. Birçok yerde karşılaştığımız ilginç bir durum. Sadece bu yazı yazma psikolojisi ve yazılanların içeriği üzerine bile çok şeyler söylenilebilir.