Ne zaman üzerinden zaman geçmiş yapı görse harap haliyle insan, yapıldığı zamanı hatırlar.
Yüz yıl, yüzlerce yıl, binlerce sene önce...
Günün tekniğiyle onarmaktan aciz anlayış, adına "Restorasyon" der, tamir işine.
Gaye, aynısına benzer onarım değil, mevcut haliyle korumak.
Aynısını yapmanı bizi bıraktığı gülünecek durumlar yaşandı, oldukça.
Ders almamış olmak, tekerrürü yaşatır, tarihte.
Bir kalenin usul usul bedeninden düşen taşlarını, yok oluşun gözyaşına benzetmemek mümkün mü?
Yaşlılığın son deminde insanın artık ölümü beklemesi misali..
Öleceğini bilen filin, sürüden ayrılma zamanı.
Binlerce yıllık yapılar vardır, dünden bu güne gelen.
Bir kale, köprü, han, hamam köşk, konak, çeşme,..
-Ne oldu, şu hamama?
Utana, sıkıla bir hâl yok, konuşmasında:
- Taaa şu evlerin bir kısmında kullanıldı taşları.
-Hatırlıyor musunuz?
Ellerini oğuşturuyor, kendince kısa cevapla:
- Bizim evde de kullandık!..
Mesele açık ve net!..
Bir kalenin taşlarının hikâyesini aynen dinlemek, mümkün.
-Bu çeşme, neden bu halde?
Suyu kesildiği için, ustalıkla işlemelerle bezeli taşları yerinden alınmış.
Adeta suyu kesildiği için cezalandırılmak istenmiş.
Kesik suyun kaynağına varmayı akdetmeyenler, hıncını taştan mı alıyor?
- Siz de suyu tekrar bulsaydınız!..
Su bulunmamış, taşlara hücum!..
Kemerli çeşmenin kitabesi yalakta yakılan ateşin isinden simsiyah, okunamaz durumda.
Çeşmeyi yaptıran, suyundan içenden mutlaka dua bekler ki kitabe, bunu doğrulamakta.
Bu dört bir yanı açılmış, üstü talan edilmiş kümbet, niye böyle?
Meğer, bir okulun köşe duvarları için yerinden sökülmüş, vskt-i zamanında.
-Okul nerede?
Parmağıyla gösteriyor, uzaktan bir noktayı:
- Aha orada!..
Bir zaman şen, mamûr beldenin nüfusu binleri, on bini bulmuş.
Mezarlık, harap ve perişan.
Ne bir temizlik ne bir bakım.
Evlere bakıyoruz, çoğu betonarme.
Bir han var, tepelik yerde.
Daha önce gitmişliğimiz söz konusu.
Mahalde toprağa gömülü dev küpler görmüşlüğümüz var.
Yüzlerce yıl önceden gelip kaybolduğu söylenilen bir kabir taşını ortaya çıkartmışlığımız var, bir zaman önce.
Bu kabir taşını soruyoruz:
- Bilmiyoruz, çalınmış!..
Fotoğraflarını çektiğimiz ve ilk kez yayınladığımız bu kabir taşının hikâyesi, başkalarınca sahiplendi, çok sonra.
Bize kala kala bir dergide kalan fotoğraflı yazı kaldı.
Ne olmalı ve ne yapılmalı?
Bildiğimiz ne?
Bu tahribat ve tahrifat neden ve niçin?
" Çay, kahve ne içersiniz, begim?" diye soruyor, bize konuştuğumuz Muhtar.
" Çeşmenin suyu aksaydı, avuç avuç içerdik, susuzluğumuzu giderirdik, kana kana!.." diyebildik.
" Yemeğe " sözünü onaylamıyoruz.
Hem, buralar köyün ve köylünün değil mi?
Köyün tepelik yeri, muhtemelen höyük.
Buraya bir su deposu yapılmış!..
Kim akletmişse!..
Şehirli, şehirdeki yapılara saygı göstermiş midir ki köylü ceddinin eserine hürmeti eksik ede!..
Kimi kitabeler, cami avlusunda toplanmış, kapı kilitli
Köyden ayrılırken bir şey yazmak gelmiyor, içimden.
Hem zaten not defterimin sayfaları azaldı, ömür sermayesi misali.
Bir tarihî yapıdan düşen taş, gözden bağra inen kanlı yaş misalidir.
Ne desek beyhudedir, çoğunlukla.