Nevin Güllüoğlu’nun Kültür Müdürlüğü görevi ile benim görev sürem hemen hemen aynı zaman dilimine denk geldi. Elbette onun diğer görevlerin geçmişi daha uzun bir dönemi kapsar. Onun yöneticilik görevi dönemini kişisel bakış açımla değerlendirdiğimde: Nevin Güllüoğlu, iletişim becerileri yüksek, halkla ve diğer kurumlarla etkili iletişim kurabilen; yaratıcı, yeni fikirler üretebilen, farklı projeleri eş zamanlı olarak geliştirebilen, yoğun tempoda çalışan, ekip çalışmasına yatkın, birlikte çalışacak insanları iyi organize eden, kültüre duyarlı, kültürel değerlere saygılı ve bu değerleri korumak için elinden gelenden fazlasını yapan bir yönetici idi. İnsani vasıflarını anlatmaya ise kelimeler yetmez.

                Nevin Güllüoğlu’nun vefatı, onu yakından tanıyanları ve sevenlerini çok üzdü. Ben de onlardan biriyim. Nisan ayında kız kardeşimi kaybetmiştim. Bunun acısı tazeliğini korurken, Şanlıurfa’da görev yaptığım sırada büyük bir enerji ve özveriyle görevini hakkıyla yapmış ve bu şehrin taktirini toplamış değerli sanat insanı ve yönetici Nevin Güllüoğlu’nun vefat haberini alınca eşim ve ben çok üzüldük. Nevin Hanım için de kardeşiminkine eşdeğer bir acı duydum. İnsan kendisinden yaşlı olanlar vefat edince bu acıyı bir miktar tolere edebiliyor. Hele de belli bir yaşa gelmişse. Enikonu sıra bizlere gelmişti diye bu gerçeği kabulleniyor ve akla uydurabiliyor(!) Ancak kendimizden daha alt yaş gruplarından ölümler böyle olmuyor. Acı daha derin hissedilebiliyor veya ben öyle hissediyorum. Yani daha genç ölümlerde insan ister istemez ve doğal olarak ölüm sırasının, henüz onlarda olamaması gerektiğini düşünüyor(?) Buna rağmen bilinen kalıplaşmış ifadeyle her ölüm erken ölüm ve telafisi de yok, belli bir sırası da. Bunu kabul etmek ve sabretmekten başka elden bir şey gelmiyor..

                Nevin Hanım’ın Kültür Müdürlüğüne atanması benim göreve başladığım tarihten birkaç ay sonra olmalı. Onu bu görev için kim önerdi, hatırlamıyorum.  Atama teklif yazısını imzaladığımı çok iyi hatırlıyorum. Kısa bir süre sonra da atandığına dair üçlü kararname yayımlanınca “Ne kadar kolay oldu” diye kendi kendime düşünmeden edemedim. Galeri Müdürlüğü görevinden Kültür Müdürlüğüne atanınca Galeri’deki işlerin aksayacağı endişesini dile getirmişti. Sanıyorum bu mekanla ve burada sürdürülen sanat faaliyetleri ile özdeşleşmiş olmanın yaratığı bir endişeydi bu.

Dilek2

                Nevin Hanım ve Cihat Kürkçüoğlu ilk tanıdığım kültür insanlarıydı. Göreve başladığım andan itibaren kendimce sebeplerle kültürle ilgili insanları tanıma arayışı içindeydim. Mülkiye Müfettişi kadrosuyla İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği görevini tedviren yürütürken, Bakan Saadettin Tantan, Tarihi Kentler Birliğinin kurulması için yoğun bir çaba çalışma başlattı. Bu bağlamda 2000 yılının mart ayında Kastamonu Bildirgesiyle ve 80 belediyenin katılımıyla bu Birlik kuruldu. Ben de görevim gereği Birliğin kuruluş aşamasını yakından izledim.

Tüzel kişilik kazanan Tarihi Kentler Birliğinin ilk genel kurul toplantısının 15 vali ve 80 belediye başkanının katılımıyla Temmuz ayı içnde Bursa’da yapılması kararlaştırıldı. Bakan Bey bu toplantıya katılmak üzere yola çıkmadan, benim ve Özel Kalem Müdürü Cengiz Akın’ın da kendisine eşlik etmemizi istedi. İki gün süren genel kurul çalışmaları sonrasında Ankara’ya döndük. Kısa bir süre sonra da Valiler kararnamesi yayımlandı ve Şanlıurfa’ya atandım. Bu atamadan sonra bir müddet daha Bakanlıkta kaldım ve bekleyen evrakların Bakan tarafından imzalanması işlerini yürütüm.

Bu dönemde bir gün evrak imza işleri için Bakan Bey’le çalışırken, bana döndü gülerek, “Muzaffer, seni Peygamberler şehri Şanlıurfa’ya vali olarak atadık, artık orada cemaatle birlikte namaz kılarsın(!)” benzeri bir şey söyledi. Bakan Saadettin Tantan az konuşan bir insandı ve kurduğu bu esprili cümlesine gülümsemekle yetindim. O’nun aniden ve tebessümle söylediği bu sözler için herhangi bir cevap veremedim. Kendisi beş vakit namazını kılar ve benim böyle bir pratiğimin olmadığını da bilirdi. Bu şaka yollu konuşmanın ardından, “Şanlıurfa önemli bir kültür şehri, bu şehirdeki kültürel ve  tarihi mirasa sahip çıkmanı bekliyorum, Bursa’daki Tarihi Kentler Birliği toplantısına seni bu sebeple  götürdüm” dedi. Bunu ciddi bir ses tonuyla söyleyince ben de” Sayın Bakan’ım, Şanlıurfa’ya vali olarak atanacağımı bilmiyordum, bunu bilseydim orada daha çok bilgi edinirdim” dedim.

İşte Şanlıurfa  kültürüyle tanışma telaşıma sebep bu konuşmadır. Daha Urfa’ya gelmeden Bakan Bey’e verdiğim sözü nasıl hayata geçiririm endişesi içindeydim. Dolaysıyla göreve başlar başlamaz bu konuda bir arayışa girdim. Bir an önce Urfa’daki kültür ve sanatla ilgilenenleri bulma, tanıma ve onlardan Şehrin kültür hayatını öğrenme çabası içine girdim. Bu amaçla da Valilikte çalışanlardan bazı isimler de aldım. Muhtemelen Vali yardımcısı Yalçın Bulut  bu konuda bana bilgi verdi. Nevin Hanımı ve Cihat Kürkçüoğlu ve diğer kültür sanat insanlarıyla çok erken dönemde bu şekilde tanıştım.

Çok saygı duyduğum, adil, hukuka bağlı, toplumsal ve kültürel değerlere çok önem veren İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bana öyle bir sorumluluk tevdi etti ki başlangıçta işe nerden başlayacağımı bilemedim çok bocaladım. Sonrası malum. Kültürel değerlerin korunmasıyla ilgili bu talimatın gereğini yapmaya Şanlıurfa’da başladım ve sürdürdüm. Bu alanla ilgili çalışmalarıma emeklilik dönemin de devam ettim, deneyimlerimi ve uygulamalarımı  yazarak paylaştım.

                Nevin Hanım Kültür Müdürü Olarak göreve başladıktan sonra gerektiğinde Valiliğe çağırarak veya hafta sonu ben Galeriye gitmek suretiyle Urfa’nın toplumsal dokusu, somut ve somut olmayan kültür varlıkları, en geniş anlamıyla sanatı ve müziği hakkında bilgilenmeye çalıştım. Bu arada Cihat Kürkçüoğlu hep yakınımda oldu. Urfa hakkında bilgi aldıklarımdan birsi de Suruç Kaymakamlığım sırasında kitapçı dükkânından dolayı tanıdığım Gazeteci Naci İpek’ti.

Ben bir “Şehir kitabı” hazırlatmak istiyordum. Ancak, bunun birçok vilayette geçmişte hazırlanmış, içreği ve biçimi itibariyle kanıksanmış kitaplardan farklı olmasını düşünüyordum. Diğer illerden çeşitli vesilelerle gönderilen ”il yıllığı ya da başka adla hazırlanmış kitaplar” bana oldum olası itici gelmiştir. Dolayısıyla farklı bir şehir kitabı hazırlatmak ve yayımlamak istiyordum. Eksik ve olumsuz yönleriyle eleştirdiğim kitaplarda kullanılan malzeme kalitesi yüksek olmasına karşılık çoğunlukla içeriği zayıf  ve valiler başta olmak üzere değişik kademede görevli yöneticilerin reklamını ve icraatını öne çıkarmaktaydı. Bunlar, istisnaları varsa da ben görmedim, Vali ve devlet büyükleri fotoğrafıyla donatılmış bu kitaplar, Halk Eğitim Merkezi çalışmasından öte bir nitelik taşımazdı.

Bana göre “şehir kitapları” reklam ve propagandadan uzak, çağdaş halkla ilişkilerin temel ilkelerine uygun olmalıydı. Ayrıca, kollektif çalışmalarda, yapılması muhtemel hataların sahibini bulmak zor olduğundan her konun uzman bir kişi tarafından ele alınması ve yazılması  konusunda ortak bir görüş oluşturduk. Önce  şehir kitabının hazırlanmasında ve koordinasyonunda görev alacak olanlar belirlendi.

Dilek

Yayına hazırlayanlar ve yazarlar olarak, A.Cihat Kürkçüoğlu, C. Müslim Akalaın, Sabri Kürkçüoğlu ve Selahaddin E Güler; Abuzer Akbıyık, Adil Saraç, Bahattin Çelik, Eyyüp Bucak, M.Emin Ergin,Mehmet Hulusi Öcal, Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Oymak, Mustafa Acar, Necmi Kaya, Osman Güzelgöz, Remzi Mızrak, Semra Akıl, Şükrü Üzümcü belirlendi. Tashih işlerini Emin Karahan, Koordinasyon görevi de Kültür Müdürlüğünün işlerine bakan Vali yardımcısı Yalçın Bulut ve Kültür Müdürü Nevin Güllüoğlu üstlendi. Kitabın önsözünü de ben yazdım. Ayrıca kitabın kapak kompozisyonu için seçilen fotoğrafları Göbeklitepe kazıları sırasında çıkan eserlerden seçtik. Bu konuda Cihat Kürkçüoğlu ve sabri Kürkçüoğlu öneri sundular. Uygarlıkların Doğduğu Şehir Şanlıurfa adını da önerilen ü isim arasından haddim olmayarak(!) ben belirledim.

Kitapta, Cumhurbaşkanından Valiye kadar hiçbir makam sahibinin portresine yer verilmemesi başlı başına bir yenilik olmuştur.

Bu önemli çalışmadan sonra hacmi küçük, ancak etkisi çok büyük olan Urfa Kültür Sözlüğü hazırlanmasını düşündüğümü Nevin Hanım’a söylediğimde, bu konuda Merhum Hulusi Öcal’dan yararlanılabileceğini önerdi ve bu çalışmada bu dönemde tamamlandı.

Daha sonra Şanlıurfa’nın görsel yönünü de ön plana çıkaran 17 Urfa türküsünün CD ve DVD’lerinin hazırlanması projesi yine kollektif çalışmalarla hayata geçti. Bu konuda da uzman isimler görev aldı ve 2000’li yılların başında iyi bir tanıtım aracı oldu.

Öyküleri yaşanan Urfa türküleri projesi ve uygulanması; esnaf sanatkârlar gecesi etkinliği, kuşaktan kuşağa dörtlü değnek oyunu, Merhum Nevin Güllüoğlu’nun sorumluluk aldığı ve koordinasyonu üstlendiği özgün çalışmalar arasında yer alır. 19.10 2002 tarihli Posta Gazetesinde “Esnafınız Gururla Sunar” başlığı ile yer alan haber, “Şanlıurfa’da fırıncı, kitapçı, pekmezci, şekerlemeci, kazancı, su tesisatçısı, kebapçı, helvacı ve keçeci esnafı bir araya gelip hep beraber sahneye çıktı. Esnaf Musiki Grubu önce sanat ve halk müziği konseri verdi, sonra tiyatro oyunu sergiledi…” şeklinde yer almış. Haberin devamında da mealen, enstrümansız şarkı söyleyen ve repertuvarında 1000 civarında şarkı bulunan 84 yaşındaki helvacı Yusuf Bilgin’in türküleriyle; 60 yaşından sonra artist olan kebapçı Mehmet Bıçakçı’nın ise esnafın sorunlarını işleyen doğaçlama oyunuyla gecenin yıldızları olduğuna işaret edilmişti.

Nevin Güllüoğlu, Eşimle birlikte Ulusal Eğitime Destek Projesinde de görev aldı ve bu projeye çok büyük emek ve destek verdi. Ulusal eğitimde esas hedef kitle kabul edilen kadınlarımızla kurulmaya çalışılan bağ ve iletişimin en önde ve önemli paydaşlarından birisi de oydu. Bu projenin başarıya ulaşması için elinden geleni yaptı. Bu program çerçevesinde okuma yazmayı öğrenen, 2 çocuğu üniversitede, 3 kızı açık öğretim lisesinde, diğerleri de ilk öğretimde okuyan 8 çocuk annesi Emine Çiçek’in Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde 2 kez “ebru sergisi” açmasına öncülük ederek Emine Çiçek ve sanatını yerel ve ulusal basın vasıtasıyla tanıttı.

Yine, Müslim Çelik’in 30 parça “hüsn ü hat” sergisi de 2002 yılında Nevin Güllüoğlu’nun öncülük ettiği özgün sergilerden birisi oldu.

Güzel sanatlar Galeride resim sergileri dönemsel olarak sıkça açıldığı için, özellikle bu iki farklı sanat dalıyla ilgili öreği dile getirdim.

Ankara’da 2002 yılının mayıs ayında düzenlenen ve 81 il Valiliğin adına açılan Renk Renk Türkiye sergisine katılma hazırlıkları Nevin Hanım’ın en zahmetli işlerinden biri oldu. O’nun mükemmeliyetçi yapısı ve iş disiplini anlayışı, farklı nitelikleri bulunan değişik kültür ögelerini biri diğerini gölgede bırakmayacak şekilde ve estetik bir anlayışla sergileme azmi Nevin Hanım’ı hayli yordu.

İl Kültür Müdürü olarak Ankara'da tüm illerin katılacağı Renk Renk Türkiye adlı sosyal ve kültürel etkinlikte Şanlıurfa'yı müziği, gastronomisi ve taşınabilir kültür değerleri ile en iyi biçimde tanıtmak istiyordu. Bu konuda uzun uzun benimle fikir alışverişinde bulundu. İddialı bir  çalışmanın için girmiş, ancak bu işin kaynağıyla ilgili endişeleri varmış.  Bu konudaki endişelerini görünce ben, ona “Hiçbir masraftan kaçınmayacağımızı, ne isterse Özel İdare bütçesinden karşılanacağını” söyledim. Bunun üzerine  Nevin Hanım, ihtiyaç duyulan malzemelerle birlikte Karakeçililerin kullandığı büyük bir kıl çadırı da temin etti ve hazırlıklara başladı. Bir müddet sonra bana  gelerek “Ankara'da sergilenecek ne varsa bunları göndermeden çadırın içine yerleştirerek Urfa’da provasını yapmayı düşündüğünü” söyledi. Buna da “Tamam” dedim.  Hazırlıklar bu minvalde devam etti.

Nitekim Nevin Hanım, Ankara' ya bu malzemelerin gönderilmesinden önceki günlerde bu prova amaçlı düzenlemeyi yapmış. Benim de görmem için davet etmek üzere makamıma geldi. “Hazırlıklarımız tamam, çadırda gerekli düzenlemeleri yaptık, bu halini sizin de görmenizi istiyoruz" dedi. Ben de "Hayır görmeyeceğim (!)" dedim. Bu sözüme bir anlam veremedi. Onun bu hayal kırıklığına uğramış halini görünce, kendisine şu soruyu sordum: "Siz beğendiniz mi, sizce iyi oldu mu?” dedim. Bunun üzerine "Evet Sayın Valim, ben ve arkadaşlarım beğendik, ama bir de sizin görmenizi istedik" cevabını verdi. Ben de “Tam da bu nedenle iyi yaptığınız sizin iyi yaptığınıza inandığım düzenlemeyi görmek istemiyordum" dedim.

Genel bilgiye sahip idareci olarak ne gibi önerim olabilir ki? Kültür sanat konularında eğitimi ve becerisi olan çalışma gurubunun hazırladığı görsel sunuma, benim ne gibi itirazım ve önerim olabilir?" dedim. Düşüncemi bu şekilde açıkladım. Yani, uzmanların elinden çıkmış bir işi görmeye gitmeme gerekçemi böyle açıkladım ve "Sizin ve birlikte çalıştığınız arkadaşlarınızın beğenisi, benim de beğenim", dedim. Çalışma gurubuna teşekkürlerimi iletmesini söyleyerek görüşmeyi bitirdik. Ankara' da yapılan ve benim görmeye gittiğim bu organizasyonda Şanlıurfa birinci veya 3 sırayı kazanmıştı.

Nevin Güllüoğlu ve Sanat Okulu Müdürü Abdulkadir Açar’ın yoğun mesaileriyle Sosyal Merkez Projesini hayata geçirdi. Bu amaçla Kızılay’ın mülkiyetinde bulunan ve harabe haline gelmiş olan Tarihi İsviçre Hastanesini, Valilik olarak restore ettirdik. Yaptığımız protokolle bu restorasyon için harcanan para karşılığında, bu mekanı 25 yıl kullanmak üzere Kızılay Derneği Genel Müdürlüğünden devir almıştım. (Restorasyon karşılığı uzun süreli kiralama işlemi ilk kez bu proje nedeniyle uygulandı ve  2004 yılında çıkartılan bir kanunla bu fiili uygulamya yasallık kazandırıldı ve mevzuata dahil edildi.) Düşünülen ve uygulamaya konulan projenin amacı dezavantajlı toplum kesimine eğitim, beslenme ve sağlık alanlarında sosyal destek sağlamaktı ve ismi de bu nedenle “Sosyal Merkez” olarak belirlenmişti.

İl Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca fakir ailelere Balıklıgöl’de yemek dağıtma ayıbını ortadan kaldırıp. bu dağıtım işinin  Kızılay’dan devir alınarak çeşitli fonksiyonlara göre yeniden düzenlenen Sosyal Merkeze taşıdık. Böylece, 11, 12 yaşında kız çocuklarının ellerinde yemek bakraçlarıyla Balıklıgöl'e gelen yerli ve yabancı turistlerin acıyan bakışlarından kurtulmalarını amaçlamıştık.

Bu önemli hizmetin yanında aynı binanın diğer yerlerindeki salon ve odaları da başka sosyal amaçlar için tanzim ve tefriş edilmişti. Bunlar arasında anne-çocuk sağlığı ve çevredeki kadınların genel sağlık sorunları için hazırlanan doktor muayene odaları ile yine kadınlarımızın bir araya getirilerek eğitimlerini ve sosyalleşmelerini sağlamak amacıyla üst kattaki eğitim ve sohbet mekanları hazırlanmıştı. Özellikle kadınlarla ilgili üst kattaki salonun hazırlanması görevini de Nevin Hanıma üstlenmişti. Çok iyi bir projeydi, ama benden sonra gelen haleflerimce devam ettirilmedi(?)

Nevin Güllüoğlu ile birlikte tasarlanan hatta projelendirilen, ancak ben görevden ayrıldıktan sonra çeşitli havadan - sudan sebeplerle yarım kalan işler arasında, Nihat Kürkçüoğlu’nun resimlerinin yer aldığı kataloğun bastırılması ve Öyküleri Yaşanan Türküler projesinin kitaplaştırılması işleri de yarım kalan projeler olarak kaldı. Neyse ki türküleri ve öyküleri ilgililerin ve yakınlarının dilinden Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezinde dinleme fırsatını bulmuştuk(!)

Nevin Güllüoğlu'nun, adeta büyük bir aşkla sevdiği ve bağlı olduğu memleketi Urfa’ya hizmeti saymakla bitmez.

O ve sanat çevresinden arkadaşları ve öğrencileri, Türkiye’de bir hamamın restore edilip işlevsel olarak kültür merkezine dönüştürülmesinin ilk örneği olan Afyonkarahisar Millethamamı Kültür ve Semt Evi’nin sanatsal objelerle  donatılması ve düzenlenmesinde de görev alarak yüz akı bir iş çıkardılar. Yani Urfalı sanatseverlerin eli Türkiye’nin o yıllarda en özgün restorasyon ve işlevselleştirme projesine, estetik açıdan, önemli bir katkı sundu.

Bu çalışmamada, Nevin Hanımla birlikte Nihat Kürkçüoğlu, Necmi Kaya, Necla Tosmur, Muharrem Çelik ve şu anda ismini hatırlayamadığım (bağışlasınlar) diğer sanatsever dostlar bana desteklerini esirgemediler.

Nevin Hoca Kurdi

Nevin Güllüoğlu ile en son 2006 yılında Polis evinde ortak dostlarla bir araya gelmiştik. Bir de bundan 2 yıl önce Diyarbakır’da yapılan resmi toplantıdan Afyonkarahisar’a dönerken haber verip bir kahvelerini içmek üzere ziyaret etmiştik. Kahveyi içtik, ancak bu arada Nevin Hanım, “Sayın Valim ahd ettim bu defa sizi çiğ köfte yemeden göndermem” dedi. Çok kararlı olduğunu görünce  itiraz edemedim. “Acısı nasıl olsun” dedi. Ben de “Çok” dedim. Benim çiğ köfteye mesafeli durduğumu bilirdi. Kıramadım..

Bu anımı yazarken, Kazancı Bedih’in de sigara ikramını çeviremediğim aklıma geldi. Şanlıurfa’ya geldiğim bir sırada ki 2004 baharı olmalı, oğluna ait dükkânda bulunduğu sırda onu ziyaret ettim. Konuşmayı çok sevmezdi ama sigarayı neredeyse sürekli içerdi. Bu ziyaret sırasında onunda ikramını geri çevirmeyerek bir tek sigarasını içmiştim. Oysa sigarayı bu tarihten 24 yıl önce bırakmıştım. Her ikisine de Allahtan rahmet diliyorum.

Son olarak, benim Şanlıurfa’daki görevimden alınarak Merkez Valiliğine atanacağım dedikodularının ortada dolaştığı günlerde, ben bunu doğal olduğunu söylerken Nevin Hanım üzüntüsünü gizleyemezdi. Halbuki yeni bir hükümet kurulmuş ve çalışacağı üst düzey yöneticiyi seçme hakkı vardı. Ben bu konuyla ilgili görüşümü ulusal bir gazeteye de bu yönde açıklamıştım. Bu durumu kendisine anlatmam rağmen onun yine de boş durmadığını Afyonkarahisar’da göreve başladıktan sonra öğrendim. O, görevden alınmamam için Şanlıurfa’daki ve dışardaki  sivil toplum temsilcileriyle ve benim yerimde kalmamı isteyen farklı konumdaki insanlarla birlikte Cumhurbaşkanlığına fax ve telgraflar gönderenlere öncülük edenlerden biriydi..

Dilek2

Nevin Güllüoğlu, Şanlıurfalıların belleğinde uzun süre yaşayacak ve onu tanıyan son insan ve onun el verdiği son sanatçı nefes aldıkça o hep var olacaktır. Ondan sonra da eserlerinde ve yetiştirdiği çok sayıda sanatçının eserlerinde yaşayacaktır. O Değerli bir yönetici, aydın bir sanatçı ve bizim aile dostumuzdu.

Işığı bol, mekânı cennet olsun..

5 Ekim 2024/  Muzaffer Dilek / Emekli Vali ve Danıştay Üyesi

Kaynak: İshak POLAT