Önceki bölümde, Hasan Paşa ve hemen yakınındaki Narıncı Cami'lerinde bir sıkıntı olmadığını yazmıştım.
Hasan Paşa Camii imamı çok değerli Orhan Aslan hoca beni aradı. Her iki caminin de depremde hasar gördüğünü ve ibadete kapalı olduğunu söyledi.
Bunun üzerine son yürüşüme oradan başlama kararı aldım.
9 Mart Perşembe
Otobüsten yine toplama merkezinde inip Kapaklı Pasajı önüne kadar yürüdüm.
Oradan tekrar binip Akarbaşı'nda indim.
Hasan Paşa Camii...
Urfa'nın, sade, güzel ve en meşhur camilerinden biridir.
Asıl adı Hasan Padişah Camii. Urfa halkı padişah ve paşa kelimelerini eş anlamlı kullandığı için "paşa" diye meşhur olmuştur.
Bir dönem Urfa'ya hakim olmuş olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan (1454-1478) tarafından yaptırılmıştır. Daha eski olan Toktemur Mescid'ine bitişiktir.
Avlusunun kuzeyinde yer alan Akkoyunlu tarzındaki tek şerefeli minare, camiye bağlı medrese odalarının yol açımı sırasında yıktırıldığı için caddenin kenarında kalmıştır.
Caminin avlusunu boydan boya geçen kanaldan Halilürrahman Gölünden gelen su akar.
Yakın zamanlara kadar Harran Kapı Mezarlığına defnedilecek cenazelerin namazları çoğunlukla burada kılınırdı.
Önceden anlaştığımız üzere Orhan Hoca da geldi.
Kadınlara ayrılan Toktemur Mescid'i tarafından içeriye girdik. Hocamızın rehberliğinde dolaştım.
Caminin kubbelerinde ve yer yer yan duvarlarında çatlaklar oluşmuş, bazı kısımların sıvaları dökülmüş.
Görünüşte fazla bir şey yok ama teknik elemanlar tehlike arz ettiğini belirtip ibadete kapatma kararı almış. Zaten bir restorasyon söz konusu imiş. Bu vesileyle hızlandırmışlar.
Hocamıza teşekkür edip ayrıldıktan sonra hemen yukarısındaki Narıncı Cami'ne yollandım.
Kendisi de, avlusu da, minaresi de küçücük olduğu için hep yakınındaki Hasan Padişah Camii'nin gölgesinde kalan bu cami de Akkoyunlu dönemine ait.
Caminin harim bölümü ibadete kapalı ama hemen dışında insanlar namaz kılmaya devam ediyorlar. Demek ki hasar ciddi değil diye düşünüp yoluma devam ettim.
İçiçe geçmiş çarşılardan hızlıca geçip ikindi namazında Pazar Camii'ne ulaştım.
Cemaatin bir kısmının avluda namaz kılmasını deprem psikolojisine bağlayıp ben özellikle caminin içini tercih ettim. Çarşı içinde olduğu için her zaman çok kalabalık olan camide en ufak bir hasar görünmüyordu.
Çıkışta niyetim mahalle arasından Ellisekiz Meydanı'na yürümekti. Sağa Arap Meydanı'na doğru bakınca Çarhoğlu Camii minaresinin de aleminin uçtuğunu gördüm ve o tarafa yöneldim.
Eski adı “Ömeriye” ve “Meşarkiye” olan cami 1955-1956 yıllarında Muhammed Çarhoğlu tarafından geniş çaplı bir onarımdan geçtiği için onun adını almıştır.
Etrafının çevrili olduğunu görünce bir esnaftan durumunu sordum. Depremden dolayı değilmiş. Zaten iki aydır tadilatta imiş. Depremde sadece minaresinin tepesi göçmüş. Bir de ufak tefek çatlamalar olmuş.
Fazla oyalanmayıp hemen doğusundaki sokaktan mahallenin içine yöneldim. Bu yoldan ilk defa geçiyorum.
Az sonra yolum beni tahmin ettiğim gibi Ellisekiz Meydanı'na ulaştırdı.
Eski Urfa'nın en meşhur ve güzel meydanı. Farklı din ve inançlara ait birçok tarihi ve güzel mekanının bir arada bulunduğu bir yer.
Doğrudan kuzeybatı köşesinde bulunan Nimetullah Camii'ne yürüdüm.
Taşlarının açık renkli olmasından dolayı Urfalılar arasında Ağ Cami diye meşhurdur.
Caminin inşa tarihi bilinmemekle beraber Urfa Sancak beylerinden Nimetullah Bey tarafından 1500’lerin başında inşa ettirildiği tahmin edilmektedir.
Yerinde daha önce bir kilise varmış.
Avlusunda medrese odaları, türbeler ve bir çeşme olan aydınlık çok güzel bir camii.
Silindirik tek şerefeli minaresi, Urfa’nın tarihi minarelerinin en uzunudur.
Güneye açılan kapısından girdim.
Minaresinin tepesi depremden dolayı göçmüş. Caminin içi de ağır hasarlı olduğu için ibadete kapalı.
Oracıkta tanıştığımız İmam Mahmut Düger hocaya geliş sebebimi söyleyince yakından ilgilendi. Kapıyı açtı. İçeriyi uzun uzun inceleme fırsatı buldum.
Depremden özellikle batı tarafı etkilenmiş. Kubbesinde çatlaklar var. Kubbeyi taşıyan kemerler, payandalar, üstteki küçük pencereler, mihrap, her taraf derin çatlaklar içinde. Bir kısım taşlar tehlikeli bir şekilde yerinden oynamış.
Minarenin kaidesinde de sıkıntı var.
Hocamızın dediğine göre programa alınmış. Gereği yapılacakmış.
Yetkililerin bu tarihi mekanlar için hemen harekete geçmiş olması memnuniyet verici.
Camiden çıkınca Şeyh Saffet Tekkesi'nin önünden sola döndüm.
Acaba Gazezoğlu Kültür ve Sanat Merkezi'nde de hasar var mıdır?
Varmış.
Aslen Süryani Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi.
6. yüzyıla ait daha eski bir kilise kalıntısının üzerine, 1861 yılında inşa edilmiş.
Süryanilerin şehri terk etmesinden sonra uzunca bir süre tekel binası (tütün ve şarap deposu) olarak kullanıldığı için halk arasında Reji (tekel) Kilisesi olarak anılmış.
2002 tarihinde “Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür ve Sanat Merkezi” olarak hizmete açılmıştır.
Rica edince personelden bir arkadaş içeriyi açtı.
Evet, burası da, özellikle batı kısmı, depremden etkilenmiş. Duvarlarında tehlikeli çatlaklar oluşmuş. Aynı şekilde batıdaki dış duvarlarda ve tavanında da çatlaklar var.
Bu yüzden hizmete kapalı. Onarım kararı alınmış.
Oradan çıkıp Akyüzler Evi'nin altından geçerken, sağlam binaları bile yıkan depremin, uzun zamandır metruk ve harabeye dönen, tapu sorunları sebebiyle bir türlü restore edilemeyen bu güzelim evi nasıl etkilemiş olabileceğini düşündüm.
Yazık oluyor.
Sırada Kara Musa Camii var.
Urfa sur kapılarından Beykapısı'na bitişik bu caminin geçmişi 16. Yüzyıl başlarına kadar çıkıyor.
1552 yılında Hacı Ali Yusuf oğlu Kara Musa tarafından onarıldığı için Kara Musa adıyla bilinir. Daha eski adından dolayı Müşerref Camii de denilir.
Görünüşte bir sıkıntısı yokmuş gibiydi ama her ihtimale karşı içeriye girdim.
Hücresinde bir gence Kur'an okumayı öğretirken gördüğüm genç imamla tanıştık. Adı Bekir Akbaba, memleketi Erzurum. Geçen yaz cami hocalarına verdiğim bir seminer dolayısıyla o beni tanıyormuş. Çok yakın ilgi gösterdi. Onun rehberliğinde camiyi inceledim.
Diğerlerinde olduğu gibi buranın da kubbelerinde, duvarlarında ve kolonlarında bir takım çatlaklar var. Bazı taşlar yerlerinden oynamış.
Çok ciddi değilmiş ki ibadete kapatılmamış.
Minaresi de sağlam görünüyor ama onun da tepesinde ufak bir kayma ve gövdesinin alt kısmında bazı çatlaklar var.
Bekir Hoca ısrarla bir gün çay içip sohbet etmeye davet etti.
Teşekkür ederek ayrıldım.
Caminin hemen doğusunda Mahmutoğlu Kulesi...
Kule, Haçlı Kontluğu döneminde (1098-1144) inşa edilmiş olan bir kale burcudur. Üzerinde Ermenice yazıtlar vardır.
Osmanlı döneminde kapı ağalığı yapan Mahmutoğlu ailesine verilmiş. O tarihten yakın zamana kadar Mahmutoğlu ailesi ikamet etmiş. Bu sırada burçların arka tarafına klasik Urfa tarzında çok güzel bir ev inşa edilmiş.
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınıp restore edildikten sonra 2014 yılında “Şanlıurfa Kent Müzesi” olarak hizmete açılmıştır.
Deprem, bu silindirik burçların üzerinde de yer yer çatlaklar oluşturmuş.
Demek ki "Kale gibi sağlam" diye sağlamlığın ölçüsü haline gelmiş olan yapılar bile depremden etkileniyormuş.
Hiçbir şeyin garantisi yok.
Mesai saati geçtiği için iç tarafta bir hasar olup olmadığını öğrenemedim.
Artık son düzlükteyim.
Belediye tarafından Sanat Sokağı olarak düzenlenen tarihi surların paralelindeki sokağı kuzeye doğru yürüdüm.
Hemen bitiminde ablamın evi var. Gelmişken uğramadan olmazdı. Eski tabirle "bir soluk" oturdum, hal hatır sorduktan sonra ayrıldım.
Bedendibi...
Kale ve surların yakın çevresine bedendibi denilir.
Ortada Karakoyun Deresi üzerine yapılan Karakoyun Parkı.
Dereden eser yok tabii. Fakat park çok güzel. Yemyeşil.
Karşıya kendi mahallemize geçtim.
Kamberiye Mahallesi... Kamberiye Camii.
Eski caminin üzerine 1979 yılında inşa edilen, yıllarca namaz kıldığım bu caminin minaresinin de alemi düşmüş. Sanıyorum içinde bir sorun yok. Zaten kapısı da kapalı.
İmam Mehmet Soydan'ı arayabilirdim ama vakit yoktu.
Çocukluğumun geçtiği sokakların arasından son hedefime doğru ilerledim.
1998 yılında inşa edilen Hz. İbrahim Peygamber Camii... Eski sanayi merkezinde olduğu için bir adı da Sanayi Camii.
Her iki minaresinin de alemi düşmüş. İnsanların son cemaat yerinde namaz kılmaya devam ettiklerini görünce iç kısmında ciddi bir sorun yoktur diye düşündüm.
Ve hemen yakınındaki otobüs durağına doğru ilerledim.
Deprem kim bilir daha nice camide ve tarihi eserde hasarlar oluşturmuştur?
Benden bu kadar.
Güneş iyice ufka kaymış.
Çok yorgunum.
Otobüs erkenden geldi.
Yol boyunca kafam dünya, hayat, deprem, depremin etkileri ve insan üzerine meşgul oldu.
Dünya nedir?
Hayat nedir?
İnsan kimdir?
Bir ömür düşündüğüm halde işin içinden çıkamadığım sorular.
Fakat bir şeyi artık iyi biliyorum.
Deprem en büyük doğal afet.
Bu deprem çok canları yaktığı gibi şehirleri de yıktı geçti.
Urfa bölgedeki iller içinde en az zarar gören il.
Ancak buna rağmen büyük maddi kayıplara sebep oldu.
Ya depremin merkezi olsaydı...
Ya deprem merkezdeki kadar şiddetli olsaydı...
Alimallah Hatay'dan, Maraş'tan, Adıyaman'dan beşbeter olurdu. Urfa diye bir şehir kalmazdı.
Bari ibret alsak...
Aklımızı başımıza alsak...
Aklımızı kalbimize bağlasak...
-SON-