Sabah.

Yorgun argın ve moralsizim.

Kahvaltı.

Henüz fırınlar açılmadı. Somuna devam.

İyi bir kahvaltı sayılır.

Depremzedeleri düşününce utanıyorum.

Ama elimden bir şey gelmiyor.

Hava çok soğuk.

Kombinin derecesini yükselttiğimiz halde ısınmakta zorlanıyoruz.

Burda böyle ise deprem bölgelerinde nasıldır?

Düşününce kahroluyorum.

Hâlâ bir çadır bulamayanlar var.

Beni de arayanlar oluyor. Ben de belki yardımcı olurum diye başkalarını arıyorum.

Televizyondan haberler.

Ölü sayısı hızla artıyor.

"Mucize kurtuluş"lar devam ediyor.

Hayat belirtisi olmayan enkazlar kaldırılmaya başlandı.

Kepçenin ağzına takılan cesetler geliyor aklıma. Dehşete kapılıyorum.

Siyasi tartışmalar devam ediyor.

Onların ekranlara, köşe yazılarına, sosyal medyaya ve günlük konuşmalara yansımaları da devam ediyor.

Herkes dini, siyasi ve ideolojik tutumuna göre tavır alıyor.

Kitlelerin bu tavrı aslında insanın çok önemli bir zaafını bir kere daha ortaya seriyor.

Bağımsız düşünemiyoruz.

Yani bağımlıyız.

Yani tarafgiriz.

Yani önyargılıyız.

Her konu, her olay, o önyargımızı tekrar tekrar besliyor, pekiştiriyor.

Her konuya ve olaya, içinde bulunduğumuz "mahalle"nin penceresinden bakıyor, ona göre tavır alıyoruz.

Sadece bu bile hayvanlar gibi bir çeşit sürü psikolojisi ile hareket ettiğimizin ispatı.

Telefon ellerimizden düşmüyor.

Tek tek çocuklarımızı arıyoruz.

İnsanlar normal işlerine dönmeye başladılar.

Bizim çocuklar da...

Küçük damat da işe başladığı için kızımı bize bıraktı.

Bugünlerde bir bebek bekliyoruz. Bütün bu hengamenin içinde bir de öyle bir heyecanmız var. Onun son hazırlıkları da devam ediyor.

Ben de dördüncü defa dede olmaya hazırlanıyorum.

Biz normale dönme konusunda büyük ölçüde mesafe aldık.

Fakat kitleler üzerlerindeki korkuyu atmakta zorlanıyor.

Artçı sarsıntılar, büyük deprem söylentileri ile beraber o korkuyu pekiştiriyor.

Sabah eve çıkanların bir kısmı akşam geri dönüyor.

Mülteci hayatlar devam ediyor.

Deprem bölgelerindeki insanların yaşadığı korkunç acıları, zorlukları görüp de hiçbir şey yapamamak canımı çok sıkıyor.

Dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyor.

Müthiş bir çaresizlik duygusu...

Öğlenden sonra Mahmut Kaya aradı.

GAP Gazetesi'nin sahibi Veysel Polat gelin demiş.

Eyüp Azlal'ı da alıp oraya gittik.

Önce kendi aramızda depremi ve deprem Urfası'nı konuştuk. Sonra gazetenin YouTube kanalında bir değerlendirmesini yaptık.

Kim ne kadar izler ki?

Büyükler bu kadar etkilenirken küçükler nasıl etkilenmiştir acaba?

12. sınıfa giden Erdem'imiz ile bu konuyu bir konuşmam lazım.

Çocuk kısa hayatında nelerle karşılaştı? 15 Temmuz, Corona, şimdi de deprem...

Üniversite sınavına hazırlanıyor.

Bu olaylar yüzünden lisenin iki yılında okula gidemedi.

Bölgedeki okullar 1 Mart'a kadar tatil.

Ülkedeki bütün üniversiteler uzaktan eğitime geçti.

Bu karar tartışılıyor.

İyi de nasıl olacak?

Bu şartlarda bölgedeki üniversiteler nasıl açılacak?

Başka illerdeki öğrenciler buralara gelebilecek mi?

Buralardaki öğrenciler oralara gidebilecek mi?

Gidebilse bile uyum sağlayabilecek mi?

Ya ölen ve yaralanan öğrenciler?

Birkaç kişiden değil binlercesinden söz ediyoruz.

Akşamki açıklamalara göre ölü sayısı 30 bini aşmış.

Akşam yemeğinde aparatif bir şeyler atıştırdık.

Çünkü ben evden ayrılınca hanım da evde duramayıp bacısıgile gitmişti. Eve benden sonra döndü. Güçlü durmaya çalışıyor ama o da etkilenmiş.

Akşam tekrar çocuklarımızı aradım.

Herkes evinde ve iyi.

Abla ve kardeşlerimi de aradım.

Biri dışında hepsi evinin dışında.

Gece pencereden bakıyorum; çevredeki apartmanların pek azının ışıkları yanıyor.

Deprem bölgesinde olup da depremden en az etkilenen Urfa böyle ise, yerle bir olan diğer şehirlerde durum nasıldır?

Gece ilerledikçe hava soğuyor.

Biz sırtımızı kalorifer peteğine dayayıp sıcak çayımızı yudumlarken, onlar o şartlarda nasıl yaşıyor?

Kendimi normale döndüreyim derken vurdumduymaz mı olayım?

Olabilir miyim?

Ya ben ne yapayım?

Böyle olmayım da nasıl olayım?