Ne olduysa artık, hanım bu sabah birden bire "Eve gidelim." dedi.
Nihayet!
Dün gidip akşam dönen küçük kızım ve damadım da aynı düşüncede.
Pansiyondaki son kahvaltımızı yaptık. Ben gidip en yakın fırından ekmek aldım. Günler sonra tırnaklı ekmek.
Sonra hazırlanmaya başladık.
Eşyalarımızı topladık. Odayı temizleyip düzenledik.
Okul Müdürü Abdülselam İlhan'ın odasına çıkıp özellikle teşekkür ettim. Aynı şekilde müdür yardımcısı Müslüm Öncel ve bizimle çok ilgilenen personelden Müslüm Tatlı'ya teşekkürlerimizi ilettim.
Bize rahat, sıcak, temiz ve şartlar nispetinde çok iyi bir ortam sunmuş, iyi hizmet vermişlerdi.
Gördüm ki gidişler hızlanmış.
Öğrendim ki Adıyaman ve Maraş'tan depremzedeler Urfa'ya getirilmeye başlanmış. Nitekim üç aile de pansiyona yerleştirilmiş.
Biz ne kadar çok evlerimize gidersek onlara o kadar çok yer açılmış olacak.
O ara aklıma geliverdi.
Ya bu deprem korona salgını sırasında olsaydı?
Bu kadar tıkış tıkış yaşamak zorunda olduğumuz bir zamanda halimiz ne olurdu?
Aman! Aman!
Bir haftalık mülteci hayatından sonra evimizdeyiz.
En azından bazılarının eve geçmesine vesile olsun diye sosyal medyada da duyurdum:
"Biz evimize geçtik. Bir an önce normal hayata dönmemiz lazım."
Vesile oldum mu bilmiyorum ama bir şeyi öğrendim.
Ortalıkta bir söylenti dolaşıyormuş. Artık kaynağı ne ise, güya ayın 13 veya 14'ünde büyük bir deprem daha olacakmış.
O yüzden birçokları eve dönmek için salı gününü bekliyormuş.
Böyle zamanlarda insanlar böyle şeylere çabuk inanıyor, inanmadığını söyleyenler bile milyonda bir ihtimal olsa bile korkup garantili davranmaya çalışıyor.
Apartmanda bizden başka kimse yok.
WhatsApp grubuna döndüğümüze dair mesaj attım ki bize bakıp başkaları da gelsin. Olmadı.
Üsame ve Erdem apartmanın ilk iki katındaki merdivenlerin patlamış mermerlerini temizlerken biz hanımla evimizin içini toparladık.
Çok soğuk. Pansiyon çok sıcak olduğu için dışarıdaki soğuğu fark etmemişiz. Meğer her taraf don tutmuş.
Doğalgaz çalışmadı. Galiba güneş enerjisi de patlamış.
Değilmiş. Çağırdığım arkadaş güneş enerjisindeki su kaçağını halledince su basıncı yükselen doğalgaz da çalışmaya başladı.
Çok sıkı bir banyo yaptım. Bir haftanın kirinden kokusundan arınmaya çalıştım. Çok iyi geldi.
Ben çok rahatım.
Gerçi daha ilk günden itibaren sürekli olarak yerin sallandığını hissediyorum. Ne kadarı gerçek, artçı sarsıntı, ne kadarı benim vehmim, bilmiyorum.
Aklıma ya söylenti doğruysa, ya yeniden büyük bir deprem olur da bu sefer başımıza bir şey gelirse ihtimali de gelmiyor değil.
Ama aklım yatmıyor, gülüp geçiyorum.
Hanım sanki geldiğine pişman.
Israrla hiçbir kapı kapalı durmayacak diyor. Resmen panik yapıyor.
Elime telefonu alıp abla ve kardeşlerimi aradım.
Sadece Kadriye ablamgil eve dönmüş.
Buna karşılık çocuklarımızın hepsi evlerinde ve rahatlar.
Çok şükür.
Sonra televizyona daldım.
Bir haftadır uzak olduğum büyük ekrandan depreme dair anlık, canlı ve yorumlu haberleri izlemeye başladım.
Böylece de sabahtan beri nispeten uzaklaştığım deprem bölgelerindeki insanların acıklı ortamına geri döndüm.
Hatay, Maraş, Adıyaman ve diğer illerden ve ilçelerden canlı bağlantılar...
Yerden ve havadan çekimler...
Röportajlar...
Perişan insanlar...
Şikâyetler, şükürler...
Ve gözyaşları...
Aman Allah'ım! Aman Allah'ım!
Ne büyük bir felaket!
Ne korkunç bir yıkım!
Ne büyük bir acı!
Acı ve gözyaşı.
Gözyaşı ve çaresizlik.
Bölgedeki 15 milyona yakın insan doğrudan etkilenirken bütün ülke de dolaylı ama ağır bir şekilde etkilendi.
Ve bu etki uzun yıllar devam edecek.
Artık enkazdan sağ çıkma ihtimali bitmiş gibi.
Bu kışta bile cesetlerin kokmaya başladığına dair haberler geliyor.
Bir haber spikeri yayın sırasında istemeyerek de olsa cesetlere basmak durumunda kaldığını söyledi. Dehşetli bir duygu.
Artık bütün ekranlarda o klasik "mucize kurtuluş" hikayeleri öne çıkarılıyor.
Aralarında birkaç aylık bebek de var, 85'lik nine de...
Kendimi onların yerine koymaya çalışıyorum.
150-160 saat boyunca betonların arasında sıkışmış, kıpırdamadan, aç, susuz, dondurucu soğukta üşüyerek beklemek nasıl bir şey?
Üstelik bir çocuk...
Hele normal şartlarda bile yaşaması eziyet olan yaşlı ve hasta olanlar için...
Bu travmadan nasıl kurtulacaklar.
Bizim hanım bile "Bana biraz anlayış gösterin, kapıları lütfen kapatmayın." diyor tekrar tekrar.
Akşam olunca da ışıklar kapanmayacak demeye başladı.
Sabaha kadar Erdem'i de yanımıza alarak oturma odasında ve ışıkların altında uyumak zorunda kaldık.