DİCLE NEHRİ

Çay akar, şehrimin önünden; ismi şad konulmuş, şet denilir, Dicle'ye. Asırlardan asra olan çağlaması dur-durak bilmeyen Dicle, tanığıdır, olanın bitenin binlerce senedir. O çağlayıp akar ve her yöneldiği yerleşim alanının adeta kurucusudur. İnsanlık tarihinde suyun yolculuğu, suyun olduğu yerde hayatın inşaı olarak bilinir. Nerede su varsa orada hayat vardır, insanlığın yerleşik yaşama geçme durumu söz konusudur.

Çay akar, yüreğimin bir köşesinde ve nereyi sulamış ise Dicle, orada tabiatın binbir nebatı yetişmiştir, yetişmektedir. İnsanlığın ortak tanığı olan Dicle, tarihten bugüne Cennet Akarsularından bilinir, gümrahlığıyla, kendisine kutsallık atfedilir, açıkça.

Suyun olduğu yerde medeniyet nevş u nema bulur, uygarlık tarihinde kurulan bunca devlet bunun şahididir, açıkça. Su olunca tabiatın çehresi değişir ve değişim insanlığın hayatına akseder, kuşkusuz. Mimarî gelişir, musiki farklılaşır, kilimdeki motiften işlenen nakışa, kullanılan giysiden eldeki destmala, dilden gönülle, her şey farklılaşır.

Diyarbekir'de Dicle'nin sularına dilekçeler bırakılır, sahibine ulaşması için. Dilekler, temenniler, şikayetler ve arzulanan ne varsa. Dicle'nin sahibine varması için kalemin mürekkebi suyuna karışır, kağızı erir bu yolculukta. Edilen dualar, Sahibine ulaşması için eller havada kalır uzun zaman ve duaların kabulü için yüze sürülür, gönlünden geçenlerin yerine gelmesi için.

ATEŞİN AYDINLIĞINDAN KALMA MIDIR, ÇAYDA ÇIRA?

Şehrin Müslüman Arapların kuşatmasında yaktıkları her geceyi aydınlığa, gün ışığına çeviren meşalelerin aydınlığına telmih midir?

Belki de hasad zamanı devasa karpuzlardan elde edilen verimden sonra Dicle'ye salınan karpuzların yakılan fitilleri ile şehrayine dönüşen aydınlığı, belki bir festivaldir, topluca eğlenmedir, bir yılın yorgunluğunu üzerinden atmadır, bahçElerde, bağlarda çalışan insanın.

Çayda Çıra'nın ne zaman çıktığı hususunda kesin bir görüş belirtmek oldukça güçtür. Yine de araştırmalarımız bu geleneğin yüzlerce yıldan bugüne süzülerek geldiğini, Çayda Çıra'nın kadîm kültürün mirası olduğunu, bugünden yarına taşınması gerektiği hususunda bize bilgi vermektedir.

Yıllardır söylenegelen ve şehrimizin kültürel yapısında bilinen, geleneğinde tatlı hatıraların içinde yer alan Çayda Çıra nedir? 'Çayda Çıra' denince halk oyunlarında nasıl bir iz bırakmıştır? Bu söylenegelen ve 20. Yüzyıl başına kadar düzenli biçimde uygulanan etkinlik, neden bugün yaşatılmamış? Çayda Çıra'nın geceyi aydınlatan, karanlığı kovan, herkesi bir potada toplayan, kaynaştıran, eriten, herkesin sevinçle birbirini kardeş bildiği, bağrına bastığı, alkışlarla, zılgıtlarla, seyrine doyum olmayan bu etkinlik nasıl yapılırdı?

Yaşlılarımızdan dinlediğimiz ve görenlerden kayda aldığımız biçimde aktaracağımız bilgilerden yola çıktığımızda Çayda Çıra'nın günümüzde eskiyi aratmayacak derecede tekrar geçmişteki şeklini kazanması gerekmektedir

DİYARBAKIR KARPUZU

Haklı bir şöhrete ulaşmış, büyüklüğü ve tadıyla şehrin sembolleri arasında yer edinmiş Diyarbakır Karpuzu, Dicle'nin alüvyonlu kenarlarında açılan derin çukurlarda, güvercin gübresi karıştırılmış toprakla yetiştirilir. Karpuzun büyük olması için genelde bir karpuzun dışında diğer çiçekler, olgunlaşmadan kesilir. Bazen karpuza verilen güvercin gübresi olan koğa dışında kökün iyi beslenmesi için değişik katkılar yapılabilir.

Büyüyen karpuzun gelişimi için yetiştirici, güneşin durumuna, suyun gerektiğinde verilmesine dikkat eder. Yetişen karpuz, özel olarak korunur ve hediye verilmek üzere ancak hatırı sayılır kişilere sunulmak için hazırlanır.

Özel yetiştirilen karpuzların şehir dışına gönderilmesi de ihtimam ister. Bu sebeple karpuzun zedelenmemesi için tedbirler alınır. Kimi zaman ağırlığı altmış kiloya varan ve develere yüklenerek şehirde satışa sunulan Diyarbakır Karpuzu, satışta kılınçla kesilir, dilimler halinde verilirdi.

Özel ihtimam gerektirmeyen karpuzların da en az on beş-yirmi kiloya yakın bir ağırlıkta olduğunu yakın zamanda gördüğümüzü belirtirken, son dönemde artan karpuz üreticilerine destek ve karpuzu tekrar eski ağırlığına getirme çalışmaları söz konusudur.

Diğer ülkelerde yetiştirilmek istenen karpuzun şehrimizdeki verime ulaşmamasının sebepleri arasında Dicle'nin aluvyonlu toprağı ile güneş gösterilmektedir.

KARPUZ VE SAĞLIK

Karpuz hakkında söylenegelen bir rivayet şu şekilde özetlenebilir:

Lokman-ı Hekim, ölümsüzlük iksirini-ilacını bulmak için yollara düşmüş ve Urfa Kapı'ya gelmiş. Yığılı patlıcanları görünce şehirde insanların yaşaması taaccüp etmiş. Dünyada yapılan zehirlerin ana maddesi bilinen patlıcanı bu denli yiyenlerin sağlıklarını nasıl koruduğunu merak etmiş. Karpuz alanlarını görünce, endişesinin boş olduğunu anlamış.

Karpuzun sindirimi hazmetmesi, toksinleri dışarı attığının bilinmesi ve diğer sağlık alanında insan bedenine katkıları, demek geçmişten bilinmektedir.

KARPUZUN ÖZELLİKLERİ

Genelde karpuzun susuz yetiştirilenine 'Bejî' denir. Sulu yetiştirileni de 'Avî' adını almaktadır. Bejî karpuzlar, Dicle kenarlarında yetiştirilen karpuzlara göre fazla ağırlığa sahip değildir. Lakin bejî karpuzlar, kış mevsimine dek saklanabilir özelliktedir. Avî karpuz, ağırlığı yanında sulu olduğu için fazla ömürlü sayılmaz, çekirdeklerinin yeşermesi söz konusudur. Bu çekirdek filizlenmesi, bejî karpuzunda daha bir gecikmelidir.

Her karpuzun çeşidine göre kabuk kalınlığı farklı olduğu için dayanıklılık süresi on beş gün ile beş-altı ay arasında değişmektedir. Karpuzun dayanıklılığı için saklandığı alana toprak yayma esastır. Karpuzun ezilmemesi için üst üste bırakılmaması gerekir.

Diyarbakır'a özgü çekirdeği büyük olan karpuzun çekirdeği de kışın çerez olarak tüketilmekteydi. Bu çekirdekler siyahî ve beyaz olmak üzere ikiye ayrılır. Siyah çekirdek, oldukça kaygan ve kabuğu sert iken, beyaz renkli çekirdek kabuk olarak yumuşak ve yorucu değildir. Karpuz çekirdeğinin pişirilmesi için öncelikle odun külüyle yıkanması ve pişirilmesi esastır. Odun külündeki maddelerle steril-hijyenik hale gelen çekirdeğin, karın ağrısı, bağırsak kurdu olmak üzere değişik rahatsızlıklara engel olduğu bilinir. Çekirdeklerin tuz oranı da pişirilme şekline göre değişmektedir.

ÇAYDA ÇIRA NASIL YAPILIR?

Karpuz hasadı genelde sonbahar sonuna ve Aralık ayına rastlar. Havaların soğuması ile hasad başlayınca Esfel Bahçalarında hummalı çalışmalar söz konusudur. Diclenin kıyıları boyunca başlayan hasad, üreticinin yüzünü güldürür.

Hasad öncesi hayvan besleyicileri ile yapılan pazarlıkta karpuz ekim alanlarındaki yeşilliklere karşılık pazarlık yapılır, serbest bırakılan alanlarda hayvanlarını otlatanlardan besili birkaç hayvan alınır. Aslında bu hayvanların alınışı, yapılacak olan hasada katkıdır.

Çayda Çıra için hazırlığını yapanlar, kesimi yapılan bu hayvanlarla misafirlerini ağırlamaya çalışır. Yakın zamana kadar kelle-paça pişirmek, kibe-mumbar, bu adedin farklı biçimde günümüze gelmesidir. Hüllelerde yapılan bu yemeklere, hasad için çalışanlara önemli pay ayrılır. Bazen kimi yemek kazanlarının çalınarak(!) dostlarla afiyet içinde yenilmesinin bile hoş karşılandığı zamanlarda kazan sahibi habersiz yemeğe davet edilirmiş. Davet edilen kazan sahibine çalışanları mağdur olmasın diye gereken tedbirlerin de alındığını belirtelim. Bu esnada alışılmış böylesi kazalara kurban gitmemek için karpuz hasadı sahibi gereken tedbirleri de almakta kusur etmezmiş..

KARPUZ ÇEKİRDEĞİ TOPLANMASI

Dicle kıyılarına toprağı olanlar, karpuz ekimini yarı yarıya üreticilere verir. Üretici olanlar, kendi payına aldıkları karpuzu hasad ile eve, satış amaçlı tezgahlara taşır. Geride kalan karpuzun çekirdekleri de değerlendirilir. İşte Çayda Çıra, bu çekirdekleri alınmış karpuzlardan doğmuştur. Karpuzun üst kapağının az ilerisine kadar kesilir. Çıkarılan içten çekirdekler ayıklanır.

ÇAYDA ÇIRA HAZIRLIĞI

Biriken boş karpuz kabuklarının içi, kırmızı toprakla temizlenir. Suyu alınan kabukların içine odun külü yarıyı geçecek biçimde doldurulur. İç yağı damlatılan külün ortasına fitil yerleştirilerek, yüzlerce karpuz, çaya salınmak için bekletilir. Bazen keleklere yüklenen karpuzlar, diğer bahçelerdeki keleklerle akşam karanlığında fitilleri ateşlenerek çaya salınır. Bu salınma noktaları genelde Keçi Burcu ve On Gözlü Köprü çıkışıdır.

ÇAYDA ÇIRA VE DİYARBAKIR

Halk, günü belirlenen Çayda Çıra'yı seyir için Mardin Kapı Bedenlerinin üzerindedir. Bir kısım Diyarbekirli Dicleye bakan Köşkleri mesken tutarken Kırklar Tepesi de bu manzarayı görmek için ideal alanlardan biridir.

Binlere varan meşaleleri andıran Çayda Çıra, Arzuoğlu-Yuvacık olmak üzere bir çok köye aralıklı desteklenen katılımlarla devam eder.

Suda salınan karpuzların suyun debisiyle yaylanarak gitmesi, halk oyunlarındaki motiflere de yansımıştır. Nişan ve Düğünlerde mumlu oyuna bakıldığında karpuzun suda yaylanması adımların iki ileri bi,r geri gitmesinden anlaşılmaktadır. Söyelegelen 'Yek mumık, dû mumık sé mumık, çehar mumık çeharde mumık' şarkısı, günümüzde 'Bir mumdur iki mumdur…' biçiminde söylenmektedir.

Çaya salınan çıralar ( karpuzlar), etrafa renk cümbüşü verirken, halkın oyunlar oynaması, çağrışmaları, Dicleye atfettikleri kutsallık sebebiyle hayran bakmaları söz konusudur. Manilere, şarkılara konu olmuş Dicle ve Karpuz hakkında söylenenler, belki o dönemden bu güne gelmiş ifadelerdir. Kim bilir?

Çayda Çıra'nın diğer illerin musıkîsine konu olması, bir etkileşimdir, nişan ve düğünlerde söylenegelen Yek Mumık Şarkısı, artık kına gecelerinin vaz geçilmezi haline gelmiştir.

Biz, bu güzel geleneği, birliği ve beraberliği çağrıştıran festivali bir daha yeniden günümüze getirirsek, daha önce yapılan Karpuz Festivali'nin de devamlılığını sağlamış oluruz.