Hülyamı süsleyen gül kokulu bahar,
Vuslat odu yaktı, oy havar havar.
Hak-i payini bulmak için pak su,
Gezer-durur zavallı, kuyu kuyu.
Ne olur gir düşüme bir lahzacık,
Göreyim nur yüzünü bir defacık.
Sevdan çöllere düşürür adamı,
Arınır kalp, gider kirin tamamı.
Övülmüş kılavuz, hem de kul nebi,
Necme benzer onu gören sahabi.
Karnına taş koyar, bazen bağlardın,
Hilkatın müsebbibi, çok ağlardın.
Kurtla-kuzunun gezdiği o dönem,
Bir kez gelmedi, yaralıdır sinem.
Sır arkadaşları onlar, can Ahmed'in,
Namı var onların-çar yar'ı güzin.
Ümmü Ebiha; derdin hep, Fatma'ya,
Bağlıydın; dost Hatice-i Kübra'ya.
Sen ilahî hitabın muhatabı,
Gönüller sultanı, canlar canı.
Pak ismin lafzatullaha karışmış,
Bırak göğü, Arş-ı alayı aşmış.
Beklersin dostları Kevser başında,
Her gelen; otuz, otuzbeş yaşında.
Abartın yok, içimizden birisin,
Nazargahı ilahî, habibisin.
Mayana cemalini katmış Rabbim,
İklimini özlemeyen, söyle kim.
Âlemler sana müştak, Nur-ı Delal,
Düş olsa da bir görün, bu ne ahval.
Deryadan-karaya bir yel olup essem,
Takip ederek izini, yüz sürsem.
Dağılır, belki acılar yumağı,
Söker inşaallah vuslat şafağı.
Tatlı dilliydin, yok yoktu yanında,
Açlar toktu, mis saçan ocağında.
Kıtmir'indir peşinde; aç, bu fakir,
Kovma gelsin, ey Aşk-ı Ebubekir.
Duymayan yok; bu Muhammet Mustafa,
Derde devadır, gönüllere şifa...