'Mekan bizim zindanımızdır. Mekanın yalnız gözle görebildiğimiz kadarı bize aittir; biz ise tamamen ona aidiz. O bizi yorar, korkutur, çağırır, kovar. Bizi gördüğünü sanırız, o ise bizimle ilgilenmez bile…'

Bu satırlar Meşa Selimoviç'in o eşsiz romanından, Derviş ve Ölüm'den.

Bu satırları okuyunca durmak geldi içimden. Her şey var görünüyor sanki ilk bakışta. Bütün nimetler insana seferber gibi. Hayatı kolaylaştırma adına dizayn edilmiş gibi her şey; ama yine de bizlere zindan gibi.

Öyle manasızca her şeyi sahiplenmiş, her mekanı, her yeri bizim bellemişiz ki; o her şeyin bize amade olduğunu, olacağını varsayıyoruz. Bütün bir zaman akıp gidiyor bu mekanlar içinden. Ve biz kendimizi akıp gitmeyen, yerinde duran olarak tahayyül etme temayülündeyiz.

Oysa zaman korkutmalı bizi, mekan korkutmalı. Akıp giden reklam panoları, anonslar, krediler, faizler, onlarca yıllık vadeli satışlar vs… Nedir şimdi bunlar Allah aşkına. Neye sahip olacağız şimdi bu koşuşturmanın duraklarında. Bize ait olan ne? Ne kadar yakınız ona, ya da o bize ne kadar uzakta. Bize sunulan şey, ne kadar sükunete erdirecek bizi mesela, bilmiyoruz.

Bütün çabalamamız, didinmemiz, kavgamız bu biten, bu akan, bu giden geçici şeyler için mi olmalı? Esas yer olarak bildiğimiz, sarsılmaz, yıkılmaz dediğimiz yerimiz, yurdumuz, mekanımız nerededir? Orası neresidir kafa yormuyor, düşünmüyoruz.

Derviş ve Ölüm'den satırlara devam edelim o zaman:

'Kendi öz yurdu yoktur insanın. O, kör güçlerden aşırır yurdunu. Yeryüzü mutsuzluktan başka bir şey vermeyen tuhaflıklar konutu olabilir yalnız, kimseye ait olmadığı gibi bize de değildir.'

Ve cümleler yine gelip birikiyor bir yerde. Bir yerde tıkanıyor sanki. Zaman nedir, mekan neresidir? İnsan nereyi mekan bilmelidir? Bu sorular doğrultusunda bir hayatın içine girmeli insan, girebilmeli. Bunun dışındaki her şey sonsuz bir tatminsizlik, sonsuz bir mutsuzluk olarak çıkıveriyor işte karşımıza.

Yaşamaya dair kurduğumuz şatafatlı cümlelerin bir karşılığı var mı, durup onu düşünmeliyiz mesela. İçimizde yaşayan, bizi yaşatan, bizi dirilten ruh; zamanı ve mekanı yurt bellemememizi salık vermeli bize evvela.

Üzerinde düşüneceğimiz asıl gerçek ne olmalı, işte onu düşünmeliyiz şimdi. Onun dışında geriye kalan her şey bir hayal olmalı. Sadece bir hayal.