Ülkemizin kalkınmasında yaratılan sosyal, kültürel, ekonomik kazanımların geliştirilmesinin temel etkeni insandır. Buna en iyi şekilde değer verilmedikçe yaşamın mantalitesi ciddiyetini kaybeder. Şehirlerin, yapısal özelliğini, sosyal yaşamını, insanların birbirilerine bakış açısını irdelediğimizde, hak ve özgürlüklerin birileri için değil ülkede yaşayan herkesin eşit şekilde faydalanması, desteklenmesi, yaygınlaştırılması gerektiği, bu anlamda yapılacak uğraşlar hepimizin üzerine vazifedir.
Kendimiz için istediğimizi karşımızdaki içinde isteme erdemine vardığımızda, demokrasinin, hak ve hukukun erdemiyle buluştuğumuz anlamına gelir. Totaliter zihniyet, baskı, dışlama, imha ve inkar, bu güne kadar kimseye bir şey kazandırmadığı gibi bundan sonradan kazandırmayacağı gerçeğinin erdemine varmak lazım.
Tarihi fırsatları değerlendirme adına, ister seçilmiş olsunlar, ister atanmış olsunlar, ister icracı, ister kültürel bilimlerle uğraşanlar olsun, insan haklarını, demokrasiyi hayatın her alanında hissettirme ataklar geliştirmelidir. Silahların artık hayatımızda yeri olmadığını ve bunların izolesi için her türlü çaba sarf edilmeli, güven kazanma toplumla içselleşmek zamanıdır.
Ülke de yaşayanlar kadar yöneticiler de arayış içinde olmadığımız gibi yeniliklere açık değiliz. Yaşatılan statükonun devamı bizleri fazlasıyla suskunluğa sokmaktadır. 'Dediğim dedik' diyerek, kendini zorla kabul ettirmenin demokratik haklarla ne kadar bağdaşır.
Halbuki demokrasinin çok seslilik olduğu ve özümsenmesi dünya ülkeleriyle evrensel bir özdeşleşmeyi beraberinde getirdiği gerçeğini bilmeliyiz. Önemli olan yetkileri elinde bulundurmak değil; onu adaletli bir şekilde kullanmak, kullanırken paylaşımcı olmak, zalime karşı bile adaletli davranmaktır.
Globalleşen dünyanın hızından uzak durmamız, dünya değişirken hala dayatma ile başka bir milletleri kendi potasında eritme uğraşının bir işe yaramadığını bilmeliyiz. Onları kişisizleştirmek yerine eşit bir şekilde insan hakları ile donatarak birlikte ve gönülden gelen insani erdemlerle buluşturmaktır.
Yıllarca kimisi türban, kimlisi laiklik, kimisi Alevilik dedi, şoven vurgularla Türklük övüldü, Kürtler dışlandı, aleviler hor görüldü. Başörtülüler kimi yerlere sokulmadı. Bu tür çağ dışı uygulamalarda mantık aranmamalı.
Laik, anti laik gibi ayrışmalara gidildi. Tüm zıtlaşmalarda kimse kimseyi görmüyor, kimse kimseye saygı göstermiyordu. Hoşgörü kavrama literatürden kaldırılıyordu. İnsanların maddi ve manevi ihtiyaçları sınırsız olduğuna göre ortak bir doğruda buluşmanın ülkemize faydalı olacağının dile getirmenin zamanıdır deyip uğraş verip yorulanların olmaması üzüntü vericidir.
Birilerinin bizim adına karar vermesi değil taleplerimiz doğrultusunda projelerin üretilmesi mecburiyeti olmalıdır. 'korkunun ecele faydası yoktur' sözüne yüreklilikle cevap vermek ve 'kararsızlık en kötü karar' olduğunu, bu güne kadar tüm yapılanların işte korkunun hakim olmasındandır. Ülkenin en büyük sorunu hakkında fikir yürütemiyorsak biz demokrasiyi, çok sesliliği, insan haklarını hukukun üstünlüğünü özümsememişiz demektir.