M. Sarmış: İnsan psikolojisini çok merak ederim. Hikâye çalışmalarım da oldu. Biraz özel bir şey sormak istiyorum. Altı yaşında bir çocuksunuz ve babanızı ancak o zaman görüyorsunuz. O ilk andaki, o ilk günlerdeki duygularınızı hatırlıyor musunuz?
F. Gayberi: Doğrusu hiç sevinemedim. Öyle pata küt oldu. Pek bir şey anlamadım. Neyse… Babam dedi ki "Ben sana ne dedim?" Durdum, bir şey diyemedim. Beni aldı. Demek ki tekkenin önünde bir tramvay yolu varmış. Yolun karşısında da bir sofi emmi var. Bakkal. Kapının önünde oturuyor. Sakallı, önlüklü, takkeli, muhterem bir adam. Babam bağırdı: "Hacı Amca! Mahdumu (çocuğu) sana yolluyorum. Kendisine bir elifba ver. Biraz da yoğurt ver." Sonra bana "Hadi!" dedi. Kaça kaça karşıya geçtim. Adam bana "Hoş gelmişsin!" dedi. Demek babam daha önce benden bahsetmiş. Bir elifba verdi. Bir tepside de yoğurt var. Sonra anladık ki manda yoğurdu. Böyle bıçakla kesti, yağlı kâğıdı eğdi, büktü, yoğurdu içine boşalttı, "Burasından tut" deyip elime verdi. Geri döndüm. Öğlene yakındı. Babam yine "Gel benimle." dedi. Yola çıktık. Topkapı Suriçi camisine gittik. Benden başka üç dört çocuk daha vardı. Babam "Çocuğu getirdim." dedi. Demek önceden söylemiş. Samimi oldukları belli. Biraz konuştular. Babam "Sonra yine gelirim." deyip beni orada bıraktı, kendisi döndü. İki gün kendisi götürdü. Artık yolu tanıdığım için ondan sonra kendi kendime gitmeye başladım.
M. Sarmış: 1942'de doğduğunuza göre o sırada yıl 1948. Kur'an öğretiminin sıkıntılı olduğu zamanlar… Nasıl oldu?
F. Gayberi: O hoca nasıl ders verdi, bilmiyorum. Yalnız kalabalık değildi. Bir de hatırlıyorum, bir tedirginlik vardı. Bazı uyarılar da yapılıyordu. Aklım o kadar basmıyor. Fakat hiçbir şeyle de karşılaşmadık. Aklıma o cami ile ilgili bir şey daha geldi. Uzun yıllar sonra oğlum Zeki'nin oğlunun düğünü o caminin yanındaki Sur İçi sosyal tesislerinde oldu. Böylece 75 yıl sonra tekrar çocukluğumun geçtiği Pazar Tekkesi ve Topkapı Sur içi Camii'ne gitmek nasip oldu.
M. Sarmış: İlginç bir tevafuk. Ne kadar kaldınız İstanbul'da?
F. Gayberi: İki sene kaldık. 50'de geri geldik.
M. Sarmış: Niçin?
F. Gayberi: Babam hasta oldu. Dediler ki "Sana kuru hava lazım. Burada rutubette durma." O yüzden geldik.
M. Sarmış: Hangi mahalleye?
F. Gayberi: Ulu Cami'nin karşısında Beykapı'sına giden bir yol var. Kaysı Hamdi'nin evinin karşısına… Kaysı Hamdi'nin evinin üstünde Demokrat Parti'nin ocağı vardı. Ocağı dediğim, partinin mahalle temsilcisi gibi bir şey. Onun karşısındaki Ayşe teyzegilin evine geldik. Kiracı olarak tabii.
M. Sarmış: Babanız ne iş yapıyor o zaman?
F. Gayberi: Bakkal dükkânı açtı.
M. Sarmış: Bu arada sizin okul işi ne oldu?
F. Gayberi: İstanbul'da Şehremini'de Taş Mektep vardı. Birinci sınıfı orada okudum.
M. Sarmış: Adı mı Taş Mektep?
F. Gayberi: Evet. Müdürü esmer bir adamdı. Fötr şapka takardı. Babam beni götürünce nüfuz cüzdanıma baktı, "Bu çocuk çok ufak. Resmi olarak alamam." dedi. Babam ısrar edince de "Madem istiyorsun, kayıtsız alalım." dedi.
M. Sarmış: Urfa'ya gelince hangi okula devam ettiniz?
F. Gayberi: Atatürk İlkokuluna kaydoldum. İkinci sınıftan devam ettim.
M. Sarmış: Öğretmeninizin adını hatırlıyor musunuz?
F. Gayberi: Adı Ziya idi, soyadını hatırlamıyorum. Sarraf Nuri diye biri vardı. Muşlu. Sarraf. Onun damadı. Şıh Efendi'nin de oğluymuş. Şıh Efendi, Hasan Padişah Camii imamı Bahyedddin Hafız'ın kardeşi.
M. Sarmış: Beşinci sınıfı bitirdiniz…
F. Gayberi: Beşi orada bitirmedim. Dörde kadar orada kaldım. Spor öğretmenimiz Hasan Singer. Aklımda bir de Fehime Hanım diye bir öğretmen kalmış; Cumhuriyet Okulu müdürünün hanımı. Ama bizim öğretmenimiz Ziya Beydi.
M. Sarmış: Dörtten sonra?
F. Gayberi: Beşinci sınıfın yarısında okulda trahom kontrolü yapıldı. Dediler "Senin gözlerin trahomlu." Eviniz nereye yakınsa oraya en yakın trahomlu okula veriyorlar. Ellisekiz Meydanı'nda oturduğumuz için 11 Nisan Okulu'na nakloldum. Beşi orada bitirdim.
M. Sarmış: Sonra?
F. Gayberi: Sonra babam vefat etti. Hastaydı, zaten, hastalığı ilerleyince tedavi için İstanbul'a gitti. Amcalarım İstanbul'da olduğu için. Ameliyat ettiler. Orada vefat etti. Orada da gömdüler.
Bir şey söyleyeceğim, ama kadınlar bana kızmasın. Gitmeden bir gün önce babam beni kucağına aldı. Dedi "Oğlum sana tavsiyem; bir, hırsızlık yapma. İki, yalan söyleme. Üç, annen bile olsa kadınlara güvenmeyeceksin.
M. Sarmış: Vay! Üçüncüyü söylerken sesinizi kıstınız; içeriden duyulmasın diye. (Güldü, güldük.)
F. Gayberi: Ne yapalım? Babam öyle dedi.
M. Sarmış: Hastalığı neydi?
F. Gayberi: Sinüzit. Sonra da kanser oldu.
M. Sarmış: Siz gitmediniz İstanbul'a.
F. Gayberi: Gidemedim.
M. Sarmış: Allah rahmet eylesin. Böylece beş çocuk annenizle baş başa kaldınız.
F. Gayberi: Dört çocuk. O son kız da babamdan sonra vefat etti.
M. Sarmış: Geçiminizi nasıl sağladınız?
F. Gayberi: Babamın bakkal dükkânı kira idi, bıraktık. Amcam beni asker arkadaşı Nusret'in arkadaşı İbrahim Bulut'un yanına çırak olarak koydu. Tamirci çırağı oldum. Samsat Kapısında Avşaroğlu Garajı. Bediüzzaman Aile Mezarlığına giderken solda. Şimdi konukevi olmuş. (Eski Samsat Hanı, şimdi Cevahir Han Konukevi) Orada çalışıyorum. Haftada 50 kuruş alıyorum.
M. Sarmış: Yani ailenin yükü sırtınıza bindi.
F. Gayberi: Bindi ama çok küçüğüm daha. Allah razı olsun, dedem, o Hizanlı olan dedem, annemin babası, her gün anneme para gönderiyordu.
M. Sarmış: Baba tarafınızın bir desteği olmadı mı? (Sustu, konuşmak istemedi.) Peki, devam edelim.
F. Gayberi: Dükkanımız daha sonra Bamyasuyu'nda Yeni Hal yakınındaki bir garaja taşındı. Buluntu Garajı. Yeni açılmıştı. Orada iki ortak daha katıldı bize. Birinin adı İhsan Ünal. Bizim gibi tamirci; daha çok traktör, biçer döver işleri ile uğraşıyor. Diğeri de kaynakçı; Ankaralı. Çok iyi sanatkâr. Adı Fikri Toker, ama daha önce Amerikalıların yanında çalıştığı için "Kaynakçı Co (Joe)" derlerdi. Onun çıraklarından biri de Fehmi Işıklar'dı.
M. Sarmış: Bir dakika. Şu Disk Genel sekreteri olan Fehmi Işıklar mı?
F. Gayberi: Evet, evet, o. Daha sonra SHP'den (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) Bursa ve Diyarbakır milletvekili oldu.
M. Sarmış: Onunla ilgili söyleyeceğiniz bir şeyler var mı? Ya da bir anınız?
F. Gayberi: Yok. O sıralarda Sanat Okulunda öğrenci idi. İyi bir çocuktu.