"Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz"
(Murathan MUNGAN)

Bundan çok uzun yıllar önce daha dünya yaratılmadan, insanlar dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilmez bir halde ortalıkta dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar ve her zamankinden daha canları sıkılgan bir şekilde otururlarken, ''saflık'' ortaya bir fikir atmış "neden saklambaç oynamıyoruz?"diye. Orda bulunan herkeste bu fikre sıcak bakmış "çılgınlık" çılgın olduğu için bağırarak ortaya atılmış:

-Ben ebe olmak istiyorum!
-Ben ebe olmak istiyorum!
Oradakilerin hiç biri çılgınlık kadar atak olmadığı için oldukları yerde kalakalmışlar.
"Çılgınlık" bir ağaca yaslanmış ve başlamış saymaya - bir, iki, üç, "çılgınlık" saymaya başladıktan sonra iyi huylar ve kötü huylar saklanacak yerler aramaya başlamışlar. "şefkat" ayın boynuzuna asılmış. "İhanet" çöp yığınlarının içine girmiş ve "sevgi" bulutların arasına kıvrılmış, "yalan" ise bir taşın altına saklanacağını söylemiş; ancak yine herkesi kandırıp yalan söylemiş ve bir gölün dibine saklanmış. "Tutku" dünyanın merkezine girmiş. "Para hırsı" bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış ve "çılgınlık" saymaya devam etmiş -yetmişdokuz, seksen, seksenbir diye... "aşk"ın dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar saklanmışlar. "aşk" kararsız olduğu için bir türlü nereye saklanacağını bilemiyormuş. "çılgınlık" doksanyediye gelmiş;

-Doksan sekiz, doksan dokuz ve yüz' e vardığında "aşk" sıçrayıp etraftaki güllerin arasına girmiş ve oraya saklanmış "çılgınlık" bağırmış sağım solum sobe saklanmayan ebe demiş... Arkasına döndüğünde ilk önce "tembelliği" görmüş. "Tembellik" ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. "çılgınlık" sonra "şefkati" ayın boynuzunda görmüş ve "ihaneti" ise çöplerin arasında, "sevgiyi" bulutların arasında, "yalanı" gölün dibinde ve "tutku"yu dünyanın merkezinde bulmuş. Sadece biri hariç herkes yavaş yavaş geriye dönmeye başlamış.
"Çılgınlık" umutsuzluğa kapılmış. "haset" son saklanan bulunamadığı için haset duyarak, "çılgınlığın" kulağına fısıldamış.

- "Aşk" ı bulamıyorsun; ama o güllerin arasında saklanıyor....
"Çılgınlık" çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına sopayı çılgınca saplamış, saplamış ve saplamış... Ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar... Haykırıştan sonra "aşk" elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış ve parmaklarının arasından sicim gibi kanlar akıyormuş. "Çılgınlık", "aşk"ı bulmak için heyecandan aşkın gözlerini kör etmiş. Tabi olan olmuş. Efsane bu ya! Başlamış kara kara düşünmeye.
-Ne yaptım ben, seni kör ettim.
-Ne yapa bilirim senin için diye af dilemek istemiş...
"Aşk" cevap vermiş:
-Gözlerimi geri veremezsin; ama istersen bana kılavuzluk yapabilirsin...
İşte o günden beri aşkın gözü kördür ve her zaman da çılgınlık aşkın yanındadır.
Evet, bu aşkın efsanesidir daha "aşk"ın aşkınlığı tüketilmeden önce…

Bugün sevgililer günü, tüm dünya'da ve ülkemizde herkes tarafından özellikle de gençler tarafından coşkuyla kutlanıyor. Tarihin derinliklerinden bugüne intikal eden bu özel günü biz de "Sevgililer Günü" olarak kutluyoruz. Ama eksik olan bu günün anlamı ve kendisine yüklenen özel gün olma sebebi hakkında ki bilgilerimizin eksik olmasıdır.

Bir güne sığdırılmış sevgiler ve sevgililer, bir günlük hatta bir anlık sevgili olma modellerinin yaşandığı bir zamanda, sevginin karşı tarafın size aldığı hediyenin değeri kadar değer verdiği ve ölçüldüğü bir ortamda yalnızca somut değerlerle yaşanan ve yaşanılmaya çalışılan bu duygusal metalaşmış gün. Aslında duygularımızın ne kadar da "tamamen duygusal" olduğunun bir görüntüsüdür bu. Haftalardır herkes bu güne hazırlık yapıyor kendince. Çünkü en çok harcama yapılan özel günlerimizden birisi ve en fazla israfın da... Bununla beraber ekonomi denen "sermaye canavarı"nın sınıra da yok maalesef! Ve tüketimin özendirildiği, sınır tanımadığı ve meşrulaştırıldığı bir gün yaşıyor ülkem insanı. Maneviyata uzak, maddeye boğulmuş ve cinsel objelerle sığ düşüncelere uyarılmış bir gençlik!

Batılılar bu güne "Aziz Valentin Günü " diyor, bize yetişene kadar "duygu tüccarları" tarafından masum bir değişime ve dönüşüme uğratılarak "sevgililer günü" oluveriyor. Yani hem millileştiriliyor hem de duygusal kodlarımıza işleniyor yavaş yavaş. Acaba bu gelenek ne zamandan beri var? Hangi dinin, kimlerin ve hangi kimliklerin geleneği ve eseri diye sormak gerekmiyor mu?

Bununla ilgili çok farklı ve birbirinden ayrılan efsaneler var. En çok bilinenler ise şunlar: Roma'da zalim bir imparator olan II. Claudus kraldır. Bir gün çıkar bir ferman yayınlar ve askerlerinin evlenmesini yasaklar. Nedeni ise çok basittir, bekar askerlerin evlilere göre daha istekli savaşmalarıdır. Bu inancından dolayı kralın yasağı sürer gider. Şimdi biz de Yaşar Nuri Öztürk gibi nasıl aykırı din adamları varsa, o zamanda da Valentin adında iyi kalpli bir rahip varmış ve bu yasağa aldırmadan gizlice askerlerin nikahını kıymaya devam edermiş. Kader ya kral da bunu öğrenince iyi yürekli bu rahibi 14 Şubat 269'da yakarak idam eder. Genç sevgililere karşı yüreği merhametle dolu olan bu rahibin ölüm günü, o gün bu gündür tüm sevgililer tarafından bütün çiftlere adanır.

Diğer bir efsane ise, bu güne dair bir gelen bir geleneğe ışık tutuyor. Yine zaman antik çağdır ve Valentin hapiste gardiyanın kızına aşık oluyor. Kader bu ya tam da idam edileceği gün, kızcağıza kısa bir ilan-ı aşk notu yazar, altına da şu imzayı atar. "Senin Valentine'inden". Bu imge daha sonra sembolleşerek bütün aşıkların sevgililerine arzları olarak gönderdikleri mektuplarda bir selam olarak yerleşir ve "Valentin Selamı" olarak da kalıplaşır.

Aslında gerçek, bu efsanelerden çok farklıdır. Eski bir pagan geleneği, kilise tarafından Hıristiyanlaştırılmaktadır. Eski Roma'da "Lupercalia"adında bir festival var. Bu da şubat ayının tam ortasına tesadüf ediyor. Pagan (çok tanrılı din) inancına göre 14 Şubat tabiatın tekrar uyanmasının; yani Bahar'ın başlangıcı kabul ediliyor. Bu kabulün arkasında güvercinlerin aşk mevsiminin başlangıcı var. Rumî takvimi Miladî takvimle eşlersek, bizim mart kedileri de bu aya denk geliyor.

Aslında bu festivalde, Romalı tabiat tanrısı Faunus'a ithaf ediliyordur. Romanın kurucuları olan Romus ve Romulus'a bir dişi kurdun annelik yaptığı efsanenin geçtiği kutsal mağara önünde keçiler ve köpekler kurban ediliyor. Burada keçi canlanmayı, köpek ise üretkenliği ifade ediyor sembolik olarak. Aynı festivalde genç kızlar ve delikanlılar bir araya geliyorlar. Normal hayatta birbirlerinde uzak duran gençler, bu festival vesilesiyle yan yana gelebiliyor. Her genç kızın adı bir kağıt parçasına yazılarak katlanıp bir çömleğe atılıyor. Sonra piyango çekiliyor. Delikanlı hangi ismi çekerse akşama kadar o genç kıza arkadaşlık ediyor. Bu arkadaşlıkların bir kısmı evlilikle sonuçlanıyor, bazıları da ayrılıklarla… Bu gelenek ile yine pagan kaynaklı bizdeki hıdrıellez ve newrûz kutlamaları arasında fark yoktur. Aynı durumu sembolize ediyor aslında, tabiatın uyanışı ve üretkenliği.

498'de yani tam iki asır sonra Papa Gelasius, pagan Roma adeti ile St. Valentine'i birleştiriyor ve 14 Şubat'ı "Valentin Günü" olarak ilan ediyor. Kilisenin bir zamanlar yasakladığı, sonradan yani tam iki asır sonra resmileştirdiği bu gün uzun yüzyıllar orta çağ boyunca kış uykusuna yattıktan sonra, 18. Yüzyıl başlarında yeniden canlandırılıyor. Bu tarihlerde sevgililer 14 Şubat gününde küçük not ve hatıra alışverişinde bulunuyorlar. Günün anlam ve önemi, sevgililerin küçük kağıtlara yazdıkları ve karşılıklı olarak yazdıkları duygu ve sevgi ifade eden notlara odaklanıyor. Sonrasında hazır basılı kartlar piyasaya sürülüyor. Postanın yaygınlaşması ve ucuzlaşması bu melankolik günün popüler olmasını tetikliyor. 1840'lı yıllar bir dönüm noktası oluyor bu gün için. Ticari zekaya sahip bir girişimci olan Ester A. Howland, ilk "Valentine kartını" basarak bu işi duygusal bir endüstriye dönüştürüyor. Eğer halen bu tür gelenekler, günler ve ritüeller için mutlaka bir tanrı arıyorsanız, çok tanrılı dinlerden biri olan "serbest piyasa tanrısı"na ve "piyasa ekonomisi dini"ne müracaat etmeniz gerekiyor. Aşkları ve sevgileri bile özelden çıkarıp standartlaştıran, basit bir tüketim aracı haline getiren, sevgiyi ve aşkı maddeye boğan günümüz insanın sevdiği insana aldığı pahalı yüzükler, güller ve arabalar sizce ne kadar saf ve temiz? Bu sembolize edilmiş günü ise sıradanlaştıran ve kitleleştiren serbest piyasa ve medya dışında bize, bugün hakkında mesaj veren başka bir kaynak var mı sizce?

"Siyah kaküllerin dökmüş
Kızıl güllere güllere
Yarim gözlerini dikmiş
Tozlu yollara yollara
Gel Ayvaz'ım dolaşalım Çamlıbelleri belleri…"
Düşünün bir! Köroğlu'nun dilinden söylenir bu dörtlük. Sevgili, bilir Köroğlu'nun atının çıkaracağı tozu. Günlerce bekler, yiğidinin geçeceği yolların tozlarını gözler. İşte bu Köroğlu'dur der. Ondan başkası çıkaramaz bu tozu. Şimdilerde beş dakikalık bir gecikme, değer arz etmeyen basit bir hediye ayrılıkların en büyük sebebi olabiliyor. Genç kızlarımızın rüyalarını dizi karakterleri tiplemesiyle masum yüzlü ahlaksızlar süslüyor. Gayrimeşru ilişkiler değer tanımaz medya tarafından meşrulaştırılıyor. Genç erkeklerimizin rüyaları ise somutlaştırılmış, yalnızca cinsel bir meteya büründürülmüş dizi karakterleri ve haram geceli hayatlar süslüyor. Haramlar, helal gösteriliyor, helal olan ise ayıplanıyor. Ve biz dindar bir gençlik yetiştirmekten bahsediyoruz bu olanlardan sonra. Muhafazakarlığı, İslami yaşamla özdeşleştirip insanlara rahat rahat pazarlıyoruz. Bütün değerlerimizi ise reyting uğruna alt üst ediyoruz.

Aşkın, sevginin, sadakatin ve birlikte yaşanılacak hayatın bile tüketilebilen bir maddeye dönüştüğü, duygusal bağların parayla birbirine bağlandığı günümüzde, derin duyguların ve temiz aşkların yaşandığı, özenle ve sırla sakladığımız mektupların yerini şimdi değeri fiyatıyla ölçülen hediyeler alıyor. Aşk'ı fasonlaştırıp, tek sermayesi duygu olan kalplerimizi ticari bir anlayışla tüketiyoruz.

Şiirin, sanatın; ruhumuzu sarıp sarmalayan estetik kaygıların yaşanması gerekirken yüreğimizde, bunların yerlerine paranın, maddenin ve şehvetin acımasız kuralları yer buluyor. Bütün bu olanlar ise duyguları temizce, menfaatsizce yaşamamıza izin vermiyor. Evet, koskoca bir yılda, "bir güne sığdırılan aşk" kaç günde tüketilir sizce? "Hasretinden prangalar eskittim" diyebilen sabırlı şair, gözlerini Köroğlu'nun tozunun hızına diken sevgili nerede şimdi?
Vesselam.