Çok okuyan mı bilir? Çok gezen mi bilir? sorusu zaman zaman sorulur farklı ortamlarda, birçok kez bana da sorulmuştur bu soru. Bana göre; okuduğunu yerinde gören daha çok bilir. Değerli okuyucularım çocukluğumuzdan beri okuduğumuz kitaplardan, katıldığımız seminerlerden ve derslerde kimi zaman da TV filmlerinden ve belgesellerinde hep Avrupa'yı öğrenirdik. Avrupa'nın yaşam biçimi, sanayi devrimi, hukuk, sanat ve sosyal hayat gibi özellikle de sanat camiasındaki bazı kesimin, Avrupa yaşam tarzını benimseyip onunla övündüğünü görmüştük.

Önceleri Ortadoğu'ya, Arabistan'a ve Kıbrıs'a çeşitli seyahatlerim olmuştu. Geçtiğimiz Aralık ayında da bir vesileyle Almanya'da bazı çalışmalara katılmak üzere, bir grup arkadaşla hazırlandık. Açıkçası heyecanlı değildim ama oraları yerinde görmek için merakım da yok değildi.

Evet değerli okuyucularım kuzeybatı Avrupa'ya seyahate başladık, İstanbul'dan Hollanda'nın başkenti Amsterdam'a uçtuk. Hollanda'nın belirli yerlerini gezdikten sonra da Almanya doğru yol aldık ama sizinle Hollanda'da gördüklerimi önce burada paylaşmak istiyorum. Denizin karaya çevrildiği, tarımda rekor kıran şehrin kazıklar üzerine oturduğu Hollanda'nın Amsterdam şehri çok hareketli, özellikle bisikletin yaygın kullanması çok dikkatimi çekti. Şehrin pırıl pırıl olması trafik kurallarının oturması kanunlarla sağlanmıştır. Tarihi mekanlar, köprüler, turizmin en çok dikkati çeken özellikleri arasında yer almaktadır.

Hollanda; yaşam olarak bizlere Akdeniz'in kültürünü çağrıştırmakta, tarım ve hayvancılık açısından dünyanın en ünlü ülkelerindendir. Özellikle teknolojinin tarımda kullanılması ve bu açıdan da ürünler elde etmesi oldukça etkilidir. Dikkat çeken bir başka özelliği de Ülkenin özgürlüklerin uygulandığı alan olarak; eşcinsel evliliklerin yasal olması ve uyuşturucu madde kullanımının devlet kontrolünde serbest olmasıydı. Ayrıca Amsterdam şehrinin meydanında tarihi eserler ve hayatın canlılığını gördük, özellikle de seyahat tarihimizin yılbaşı ya yakın olmasından dolayı şehrin her tarafını ışıklarla süslenmesi benim dikkatimi celp etti.

Hollanda'daki ikinci durağım Volendam şehriydi. Bu şehrindeki mimari yapısı gerçekten beni kendine hayran bıraktı. Sanki Cennetin tasviri olan, ırmaklar üzerindeki evlerin yapı planları Kur'an-ı Kerim'den alınmış olmalı! Bundan dolayıdır ki, tek katlı çatılı evler ve ırmaklar üzerinde olan bu manzaralar dikkatimi oldukça çekti. Yine, hem temiz, hem de düzenli ve evlerin içini de görünecek şekilde perdelerin açık olması bu şehri daha çok sevmemi sağladı. Deniz'in kareye çevrilmesi berrak temiz suların görünmesi ve kilise çanları en çok dikkatimi çeken noktalar arasındaydı.

Voledam gezisinden sonra, Hollanda'daki üçüncü durağımız olan, Zaandam şehrine geçtik, burada en çok yel değirmenleri dikkatimizi çekti. Adeta su kanallarıyla donatılan bu şehirde, su kanallarındaki ördekler, çiftlikteki inekler, çevredeki hayvanlar en çok ilgimizi çeken detaylar oldu. Bu şehirde gördüklerimiz arasında; dünyaca ünlü olan Hollanda peynirlerini yerinde gördük ve peynir çeşitlerinin yapılışını anlatan fabrika yetkilileri de Hollanda peynirinin çok iddialı olduğunu vurguladılar. Değerli okuyucularım kısacası; Hollanda'da kurallar yaşamın mükemmel sürdürülmesine vesile oluyor ve bu harikalar ülkesinde belli bir süre kaldıktan sonra Avrupa Birliği'nin başkenti Belçika'ya doğru yol alıyoruz.



Avrupa'da bir ülkeden bir diğer ülkeye giderken kapı sınırlarının olmaması vize sorununun olmaması ilk önce bize biraz tuhaf geliyor. Bizim ülkeler gibi yerlerde sınırların mayın, elektrik telleri veya beton duvarlarla örülü olduğunu gördükten sonra Avrupa'daki hayali devlet sınırlarının olması elbette tuhaf olacaktır. Yoldaki petrollerde araç sahiplerinin kendisi arabaya yakıt dolum işini yapması, herhangi bir çalışanın olmaması ayrıca dikkatimi çekti.

Belçika'da önce Brugge şehrine uğradık Ortaçağ'dan kalma gotik mimarisi ile dikkatleri üstüne çeken şirin bir film setini andıran bu şehir, aynı zamanda kiliseler, kültür merkezlerinin yoğun olduğu bir yerdir. Dünyanın ikinci büyük Meryem kilisesi, kilise etrafındaki nehirler, nehirlerden geçen kayıklar, parklardaki ışıklandırmalar, faytonlar, herkesin köpek beslenmesi, çikolatalar, burada oldukça kendini sergilemektedir. Brugge şehrini yeterince dolaştıktan sonra da Belçika başkenti Brüksel'e geçtik. Brüksel meydanı, meydanın etrafını saran saraylar, kiliseler ve dantela gibi işçilik heykelleri insanları cezbetmektedir.

Özellikle de burada geceleri ışık dans gösterisi hem Turizm'in çekim noktası hem de yoğun ilgi toplamakta. Bronz madeninden yapılan ve işeyen çocuk heykeli inanışa göre belediyenin büyük yangınını söndüren kişi olarak kabul edilir. Belçikalılar savaşlarda ülkesini koruyan mimari dokusuna zarar verilmesin diye kendilerini veda edercesine sahiplenmiştir.

Hollanda gibi Belçika'da da kurallar oturmuş, şehirler temiz ve bisiklet kültürü burada da yaygındır ama Hollanda'da Belçika'da da Almanya'da da insan ilişkilerinin son derece soğuk olduğunu, muhabbetin olmadığını ve kurallara göre bir hayat sürdüğünü görebildik.

Belçika gezisinden sonra bu sefer İstikamet Almanya Köln şehri oldu. Köln'de insanlar biraz daha kalabalık gibi duruyorlardı. Burada daha meydandaki kilise, kilisenin etrafındaki hareketlilik en çok dikkatinizi çeken ilk izlenim oldu. Özellikle aşıklar nehri, anahtar küpelerini yaygın olması batıl inancın burada da kendini koruduğunu görebildik. Sokak sanatçıları, barlar, AVM'ler oldukça göze çarpan yerler oldu. Köln'den sonra Dortmund'a doğru ilerledik, yoldaki hobi bahçeleri ilgimi celp etti. Borrisia Dortmund stadı ve statta kulübe ait olan ürünlerin satılması hem turistin hem de yerlilerin buraya gelmesini sağlamaktadır. Özellikle burada sanayi Devrimi'nden kalan kömür demir fabrikası kalıntıları baya ilgi çekiyordu.

Almanya'nın teknolojik açıdan ilerlemesi ye sanayi hamlelerinin yaptığını gösteren bir örnektir, bu fabrika kalıntıları burası da aynı zamanda açık hava müzesi görünümünde gelen yerli ve yabancı turistler titizlikle buraları gezip inceliyor ve fikir sahibi oluyorlar. Dortmund şehrinden sonraki durağımız Duisburg şehri oldu. Duisburg şehrinde nehirler, kiliseler mevcutta christmas bayramına denk geldiğimizden dolayı buralarda ve tüm Avrupa'da Bayram ilan edilmişti, esnaf kapalı aileler kendi aralarında görüşmeler yapıyor bayramlaşıyorlardı ve kutlamalar yapıyorlardı.

Duseldorf şehrinde en çok nehirler etrafındaki kafeler ve AVM'ler dikkat çekti, sokaklarda sokak sanatçıları ve sanatçılara yapılan bahşişler sanata olan değer ve saygıyı gösteriyordu. Havalar soğuk, kafelerde elektronik sobalar çalışıyor, insanlar buralarda zaman geçiriyordu. Gezi programı arasında sevgili öğrencim Mehmet Cengiz'in evine de bir gece misafir olabildim. O da krefut şehrinde yaşıyordu ve daha sonra buraya bir tren yolculuğu daha gerçekleştirdim.

Almanya'da ve Avrupa'da Demir ağları oldukça hareketli ve çalışıyor durumda ancak gezdiğim 3 ülkede de her gittiğimiz yerde esnaf muhakkak sana covid aşısı olup olmadığımızı bunun belgesini soruyordu. Değerli arkadaşlar, Avrupa'da benim en çok izlediğim şey ise, merhametin, sevginin, yardımlaşmanın olmayışıydı. Tamamen kurallar doğrultusunda sistematik bir hayat biçimi oturtulmuş, kanunlardan ve kurallardan taviz verme işi cezai yaptırımın anında uygulanması, vatandaşları gündelik yaşam konusunda çok güzel düzene koymuştur. Bir diğer şey ise yaşam kalitesi, özellikle bisikletin kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden herkes tarafından kullanılması, halkın spora kendiliğinden sevk etmiş bulunmaktaydı. Zaman zaman videolar çektim, bazen okuyucularımız ya da takipçileriniz buralardaki yemekleri de soruyordu bana, gittiğimiz zaman zarfı içinde yemeklerimizi Türk lokantalarında elde ediyorduk. Kaldığımız otellerde kahvaltıda domuz eti ve domuz yağlı ürünlerinin varlığını özellikle soruyorduk, oradaki görevliler de bunu bize belirtiyorlardı.

Bir sanat tarihçisi olarak buraları görmem, sanat tarihi derslerinde aldığım romen gotik barok rokoko Rönesans dönemlerine ait yapıtları yerinde görmemizi sağladı. Yurtdışı gezimde önemli bir şey de dilin olmazsa olmazıydı. Bir dil bilirsen yurtdışında o kadar işe yarıyor ki ingilizce çat pat konuşmamız bile birkaç esnafla anlaşmamızı sağladı. Bu nedenle İngilizce dilimi geliştirmek adına en yakın zamanda bir dil kursuna yazılacağım. Umarım bundan sonraki yurtdışı gezilerimde her hangi bir tercümana gerek duymadan iletişim kurabileyim.