|
|||
![]() |
SORUN BÜYÜK VE DERİNDE | ||
Mehmet SARMIŞ | |||
mehmetsarmis@gmail.com | |||
Arazi yüzünden ortaya çıkan şu son katliam, bazı şeylerin yeniden hatırlanmasına ve konuşulmasına sebep oldu. İnşallah diğer gündem maddeleri arasında kaynayıp gitmez ve buradan bazı doğru şeyler ortaya çıkar. Urfa, yüzölçümü en geniş illerimizden biri. Bunun çok büyük bir bölümü de ova ve tarıma çok elverişli. O yüzden çok değerli. Ve o yüzden büyük pazarlıklara ve bazen de böyle korkunç olaylara sebep oluyor. Bu topraklar, bu insanların eline nasıl geçti? Atadan dededen miras kalanlar da var, ama bir kısmının daha 1950'lere kadar gaza yoluyla aşiretler arasında el değiştirdiğini de hatırlatmak isterim. Topraklar miras yoluyla bölünerek geliyor, çocuk sayısı çok olduğu için de gittikçe daha çok kişi işin içine giriyor. Adil bir dağılım var mı, yok mu? Daha çok gücün konuştuğunu biliyoruz. Kalabalık olanın, eli silahlı ve gözü kara olanın ve sırtını siyasi güce dayayanın sesi daha yüksek çıkıyor. Zayıf olanlar, babası ölenler ve en çok da kızlar haklarını alamıyor. Gücün etkili olması, zayıfı bazen kaderine razı ediyor ama bu gönüllü değil, zorunlu bir rıza; gerisinde hiç bitmeyen hırs, kin, intikam ve düşmanlık duyguları bırakıyor. İlk fırsatta da bu duygular harekete geçiyor. Sonuç ortada… Aşiret yapısı ya da mevcut sosyal yapı, bu işi kendi içinde çözmüyor ya da çözemiyor. Kanunlar yetersiz de olabilir ama var olanlar da işlemiyor ya da işletilmiyor. Zamanında çözülmeyen, hatta üretilen sorunlar, halının altına süpürülmüş, hâlâ da orada bekletiliyor. Fakat görmemek, yoktur anlamına gelmez. Var, orada duruyor. Eskiden "şeriata" gidelim denir, ağa, şıh, âlim gibi yerel bir takım kanaat önderlerine gidilirdi. Onlar bunu ne kadar adilane çözerlerdi, o ayrı bir konu. Şimdi onlar da yok ya da az. Bir de kim dinliyor artık? Aslında şu zamanda olması gereken mahkemeye gitmek, çözümü oradan beklemektir. Ancak bu da medeni insanların işi. Cehaletse orman kanunlarını tercih ediyor. Çözüme gelince… Eski Amerikan kovboy filmlerini hatırlayın; Avrupa'dan kaçıp gelmiş, çoğu kanun kaçağı, bir kısmı kısa yoldan zengin olmak isteyen maceraperest insanlar, Yeni Dünya'yı parsellemeye çalışıyorlar, her yer ve zenginlik kapanın elinde kalıyor, silahlı insanlar birbirlerinin elindekine saldırıyor, gücü yeten yetene kanlı bir mücadele veriliyordu. Sonra ne oldu, devlet güçlendi, kanun hakimiyeti sağlandı, uymayanlara yaptırım uygulandı, sonunda kovboyluk bitti. Daha doğrusu kendi içlerinde bitti, bu sefer dünyaya kovboyluk etmeye başladılar, ama işin o kısmı konumuzun dışında. Bizde de çözüm, kısa vadede adalet ve kanun gücünü tesis etmekten, uymayanlara ayrım yapmadan yaptırım uygulamaktan geçer. Yemyeşil Urfa Kampanyası sırasında çok şey duydum ve öğrendim. Bırakın kendi arazilerini, bir kısım kimseler, kamuya ait topraklara ve meralara göz dikmişler, ağaç dikilirse ellerinden gider diye ağaç dikilmesine bile müsaade etmiyorlar. Tabii ki böyle olmaz, olmamalı. Her yerde uygulanan yasal mevzuat, ayrım yapmadan bizde de uygulanmalı. Biliyoruz ki, köyde tarla, şehirde arsa ile ilgili birçok sorun var. Evet, sorun sadece köylerde değil, şehir içinde de var. Şu son zamanlarda yaptığım yürüyüşler dolayısıyla Urfa ile ilgili yaptığım araştırmalar ve duyduklarım bazı şeyleri bana yeniden hatırlattı. Eski Urfa'da çok geniş bir yer tutan vakıf araziler, bunların akarları (gelir getirici dükkan vb) kimlerin elinde, kimler hava paraları ile kimlere kiralıyor, hangi amaçlarla kullanılıyor, vakfın kurucusunun yazdığı vakfiyeye ne kadar uyuluyor? Erbabının bildiği, halının altına süpürülen ya da buzdolabında bekletilen sorular ve sorunlar, sahibini bekliyor. Vakfa müdahale etmenin, vakıf malı yemenin kanuni ve uhrevi boyutlarına girmek, bu yazının boyutlarını çok aşar. Vebalinin çok ağır olduğunu hatırlatmakla yetinelim. Bütün bu konuların ilgili kurumlarca ve gerekirse kurulacak olan bir üst komisyonca masaya yatırılması, sorunların tespiti ve adil bir çözüme kavuşturulması, sonra da alınan kararların uygulanması, uymayanlara ise tavizsiz bir şekilde yaptırım uygulanması gerekir. Yoksa, ara ara bu tür olaylar çıkmaya devam eder. Her zaman böyle olayların olması da gerekmez. Bir de bu aşamaya gelmeyen sorunlar var ki onlar da alttan alta kanayıp duruyor, bazen kangrene dönüşüyor. O kanama ve o kangren olmuş uzuvlar insanların canını acıtıyor, canı acıyanlar birbirine düşürüyor, bütün bunlar da toplumsal barışa zarar veriyor. Sorunun, uzun vadeli ve daha garantili çözümü de eğitimden geçiyor. Ama kaliteli bir eğitimden. İnsanımızın hayata bakış açısını değiştirecek bir eğitimden... İnsanların; İki parça toprak için, bir anlık öfke ile silaha sarıldığı zaman, bunun bedelinin ne olduğunu bilmesi gerekiyor. Giden canların geri gelmediğini, vuranların ve vurduranların da ömür boyu, üstelik sadece cezaevinde çürüyerek değil, katil olmanın kahredici pişmanlığı ile yaşayacağını bilmesi gerekiyor. Yine kalanların bir ömür boyu korku içinde yaşayacağını bilmesi gerekiyor. Ortaya çıkan kan davasının iki tarafı da kuşaklar boyu birbirine düşman ve perişan edeceğini bilmesi gerekiyor. Bunun bir de uhrevî boyutunu olduğunu bilmesi gerekiyor. Kısacası insanca, medenice, Müslümanca yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Kim yapacak bütün bunları? Biliyoruz ki, köyde tarla, şehirde arsa ile ilgili birçok sorun var. Evet, sorun sadece köylerde değil, şehir içinde de var. Şu son zamanlarda yaptığım yürüyüşler dolayısıyla Urfa ile ilgili yaptığım araştırmalar ve duyduklarım bazı şeyleri bana yeniden hatırlattı. Eski Urfa'da çok geniş bir yer tutan vakıf araziler, bunların akarları (gelir getirici dükkan vb) kimlerin elinde, kimler hava paraları ile kimlere kiralıyor, hangi amaçlarla kullanılıyor, vakfın kurucusunun yazdığı vakfiyeye ne kadar uyuluyor? Erbabının bildiği, halının altına süpürülen ya da buzdolabında bekletilen sorular ve sorunlar, sahibini bekliyor. Vakfa müdahale etmenin, vakıf malı yemenin kanuni ve uhrevi boyutlarına girmek, bu yazının boyutlarını çok aşar. Vebalinin çok ağır olduğunu hatırlatmakla yetinelim. Bütün bu konuların ilgili kurumlarca ve gerekirse kurulacak olan bir üst komisyonca masaya yatırılması, sorunların tespiti ve adil bir çözüme kavuşturulması, sonra da alınan kararların uygulanması, uymayanlara ise tavizsiz bir şekilde yaptırım uygulanması gerekir. Yoksa, ara ara bu tür olaylar çıkmaya devam eder. Her zaman böyle olayların olması da gerekmez. Bir de bu aşamaya gelmeyen sorunlar var ki onlar da alttan alta kanayıp duruyor, bazen kangrene dönüşüyor. O kanama ve o kangren olmuş uzuvlar insanların canını acıtıyor, canı acıyanlar birbirine düşürüyor, bütün bunlar da toplumsal barışa zarar veriyor. Sorunun, uzun vadeli ve daha garantili çözümü de eğitimden geçiyor. Ama kaliteli bir eğitimden. İnsanımızın hayata bakış açısını değiştirecek bir eğitimden... İnsanların; İki parça toprak için, bir anlık öfke ile silaha sarıldığı zaman, bunun bedelinin ne olduğunu bilmesi gerekiyor. Giden canların geri gelmediğini, vuranların ve vurduranların da ömür boyu, üstelik sadece cezaevinde çürüyerek değil, katil olmanın kahredici pişmanlığı ile yaşayacağını bilmesi gerekiyor. Yine kalanların bir ömür boyu korku içinde yaşayacağını bilmesi gerekiyor. Ortaya çıkan kan davasının iki tarafı da kuşaklar boyu birbirine düşman ve perişan edeceğini bilmesi gerekiyor. Bunun bir de uhrevî boyutunu olduğunu bilmesi gerekiyor. Kısacası insanca, medenice, Müslümanca yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Kim yapacak bütün bunları? |
|||
Etiketler: SORUN, BÜYÜK, VE, DERİNDE, |
|