M. Sarmış: Şimdi bir başka camiye gelelim. Mahalleyi kuran Kamber Ağa'nın adıyla anılan camiye. Kamberiye Camii. Camiden önce de başka bir yeri sorayım. Hemen bitişiğinde bir han vardı eskiden.

A. Rızvanoğlu: Yıkılıp okul yapıldı. Kötü bir han. Ondan söz etmeyelim. (O han daha önce genelev olarak kullanıldığı için konuşmak istemedi. M. S.)

M. Sarmış: Peki camiden söz edelim. Bir ara satılmış.

A. Rızvanoğlu: Evet. Mustafa Türkmen diye birisi aldı veya almak istedi. "Bostik" denirdi kendisine. Lakabı öyleydi. Fakat mahallenin büyükleri, rahmetli babam da içlerinde olmak üzere, toparlandılar; herkes gücü yettiği miktar katkıda bulundu, camiyi kendileri satın aldılar. Şimdi hâlâ onların mülkiyetindedir. Bir daha satılmasın, alınmasın diye ha!

M. Sarmış: O konuyu size soracağım diye kayıtlarını yanımda getirmiştim. Urfa'nın tapu kayıtları üzerine çalışan Cuma Hündür diye çok değerli bir hocamız var. Onunla da röportaj yapmıştım. O kişilerin isimlerini ondan aldım. Toplam 16 hisse. Fakat babanız yok.

A. Rızvanoğlu: O isimlerin hemen hemen hepsini tanıyorum. Hepsine Allah rahmet eylesin. Babam da var, ama ismini geçirmemiş olabilirler. Çünkü babam evvela isim misim yazdırmayı sevmez. Maddi varlığı müsait, imkânı var, verebilir. Böyle yerlere vermekten de çekinmez. Lafı gelince şöyle dediğini de hatırlıyorum: "Kamberiye Camii'ni satıyorlardı. Hatta içinde birkaç zaman inek filan da beslediler. O adam aldı, mahalleliler olarak biz engel olduk. Herkes bir şey gönderdi. Ve camiyi kurtardık." Bu kadar. Yine de Allah bilir.

M. Sarmış: Asım Paşa Camii de aynı şekilde satılmış.

A. Rızvanoğlu: Oranın mahiyetini fazla bilmiyorum. Avukat Tahir'in evinin bitişiğidir. Eskiden beri orada bir cami var derlerdi. Harabeydi. Bir ara Hüseyin Beyro içerisine inek bağladı. Ondan sonra Allah razı olsun hizmet erbabı bir dernek kurdu; hayırseverlerin katkıları ile orayı alıp camiyi yeniden ihya ettiler. O çok eski değil.

M. Sarmış: O hayırseverlerin arasında Abdülkadir Özen ve Halil Kırıkçı da var.

A. Rızvanoğlu: Doğrudur. Allah her ikisine de rahmet etsin.

M. Sarmış: Halil Kırıkçı'nın babası Abdullah Kırıkçı'yı tanırsınız mutlaka. Sadece mahallenin değil, Urfa'nın ileri gelen isimlerinden biri. Ondan biraz söz eder misiniz?

A. Rızvanoğlu: Çok iyi hatırlıyorum. Manifatura işiyle iştigal ederdi. Beş oğlu var: Mehmet, Ahmet, Sait, Halil, Cemil… Çok dürüst bir insan. Çok temiz. Mahallenin eşrafındandır. Büyüklerimiz, ulemamız onu lider kabul ederlerdi. Ders onun evinde yapılırdı. Mezarı Bediüzzaman'dadır. Rahmetlik Arap Hoca da mezarlığa gitmişti. Ben de gitmiştim. Bana "Abdülkadir!" dedi. Dedim "Ha hocam!" Dedi "Şayet senden evvel ölürsem, beni Abdullah Hocanın ayağı kıltına göm." Oraya gömülmesi de nasip oldu. Onun cenazesine de ben yetiştim. Müdahale de ettim. Kendisinin gösterdiği yere gömüldü. Sonra Derviş Hoca vefat etti; Allah rahmet eylesin. O da bana dedi. "Hacci! Ölürsem Abdullah Hoca ile Arap Hocanın ayağının yanına göm beni." O da oraya gömüldü. 

M. Sarmış: Bu arada Arap Hoca ile aranızın çok iyi olduğunu öğreniyoruz.

A. Rızvanoğlu: Tabii, mahlem şeniği. Evlerimizin arasında 200 metre ancak var. Sohbetlerine çok katıldım. Kıbrıs Tekkesi'nde otururdu.

M. Sarmış: Sohbetlerine katıldığınız başka kimler var?

A. Rızvanoğlu: Nerede bir sofi varsa, âlim varsa, hoca varsa onlarla arkadaşlık ederdim, sohbetlerine katılırdım ki onlardan istifade edeyim. Misal vereyim: Hoca-yı Mirine denilen Mehmet Lütfü Okumuş nerede vaaz ederse oraya giderdim. Yine Sait Hoca, Sait Tekin ile aramız çok iyiydi; baba evlat gibiydik. Bizim Peygamber Camii'nde de çok hizmet etti. Çok ders okuttu.

M. Sarmış: Size geçmeden önce Kamberiye'ye dair bir şey daha sorayım. Şu çulhacılık mesleği… Urfa'da "cülhecilik" dediğimiz iş. Urfa'nın başka yerinde yok, bir tek Kamberiye'de var. Niçin?

A. Rızvanoğlu: Efendim, Kamberiye hafif bir mahalle. Hafif dediğim ucuz. Herkes evinden bir odayı ayırıp oraya iki tane tezgâhını kurabilir. Şehrin içine gittin mi evler pahalı. Ondan dolayı. Bu yüzden dokumacıların yarısından fazlası yalnız Kamberiye'den çıkar. Biri birine öğretmiştir. O yüzden babadan oğula, kardeşe, ustadan çırağa devam etmiştir. Ben de bir süre şegirtlik yaptım. (Gülerek) Ama büyük para alıyordum ha! Haftada tam 75 kuruş! Arkadaşlarıma 50'şer kuruş verirlerdi, bana 75 kuruş. 

M. Sarmış: Artık size gelebiliriz. Dedenizin ismini az önce söylediniz;  Rızvan. Babanızın ismi nedir?

A. Rızvanoğlu: Mehemed…

M. Sarmış: Kaç çocuğu olmuş?

A. Rızvanoğlu: Yedi oğlu, dört kızı olmuş. En büyük Şavak. Sonra Reşit. Sonra Rızvan. Sonra ben. Dördüncü sıradayım. Benden sonra Ahmet, Casım, Halil. Halil Ağa deriz. Ben ortancayım. Benden büyük üç, benden küçük üç erkek var.

M. Sarmış: Önemli değil, ama yine de sorayım. Sait Koyuncu ile Kanal Urfa'da yaptığınız bir televizyon programında, babam Arap, ninem Kürt demişsiniz.

A. Rızvanoğlu: Doğru, benim ninem Kürt'tür, Mirdes'tir. Adıyamanlıdır. Adıyaman Gölbaşı tarafından gelmedir.

Şükrü Özdemir: Ben de Mirdes'im; dayıları oluyorum. (Gülüyor, gülüyoruz.)

M. Sarmış: Doğru. Urfa'da aşiretler arasında bir de "dayı-yeğen" meselesi var.

A. Rızvanoğlu: Dayım başım üstüne gelmiş. Şimdi benim ninem Eyüp Ağa'nın kızıdır. Birbirlerine gidip geliyorlar. Ninem güzel bir hanımmış. Dedem görmüş, bunu almış. Dedemin annesi de Cümeyli aşiretinden. Harran mıntıkasından. O da Arap.