Ankara Rusya Araştırmaları Enstitüsü (RUSEN) Başkanı Prof. Dr. Salih Yılmaz, Türkiye-Rusya-İran Üçlü Zirvesi'nde Türkiye'nin hassasiyetlerinin dikkate alındığını belirterek, ''Zirvede, Türkiye'nin garantörlüğünde olan İdlib'in yeniden Türkiye'nin inisiyatifine bırakıldığı ilan edildi.'' dedi.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi ve RUSEN Başkanı Prof. Dr. Salih Yılmaz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, 'Suriye sorunu' için gerçekleştirdikleri üçlü zirveden çıkan sonuçları ve alınan kararların sahaya olası yansımalarını AA muhabirine değerlendirdi.

Prof. Dr. Yılmaz, Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin Tahran'daki görüşmesinin, Astana ruhunun ortaya konması ve Başkan Erdoğan'ın 'ateşkes' çağrısında bulunması dolayısıyla İdlib'de yaşanacak bir felaketin önlemesi açısından büyük bir adım olduğunu söyledi.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin 'Teröristler silahlı eylemlerine son versin.', Putin'in, ''Silahları bırakma çağrısı yaptık.'' açıklamalarının Türkiye'nin İdlib konusundaki hassasiyetinin dikkate alındığı anlamına geldiğini vurgulayan Yılmaz, şöyle konuştu:

''Tahran Zirvesi'nde Türkiye'nin hassasiyetleri dikkate alınmış gibi gözüküyor. Özellikle sürecin Astana anlaşmaları çerçevesinde ilerleyeceğinin açıklanması, Türkiye'nin garantörlüğündeki İdlib güvenli bölgesinde inisiyatifin yeniden Türkiye'ye bırakıldığını ilan etmiş oluyor. Tabii Türkiye bu süreçte aşırı unsurları bulundukları bölgeden başka bölgelere nakledecek sonucunu çıkarabiliriz. Zaten zirve toplantısında Türkiye Cumhurbaşkanının Rusya'nın üslerini tehdit eden aşırı unsurların başka bölgelere sevk edilebileceğini açıklaması da önemli ipuçlarıdır.''

''Esed vurgusu Türkiye açısından kabul edilebilir değil''

Yılmaz, Türkiye'nin, Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve meşru hükümet sistemini desteklediğini buna karşın Rusya ve İran'nın sık sık Esed vurgusu yapmasının Türkiye açısından kabul edilebilir bir durum olmadığını dile getirdi.

Türkiye'nin, Rusya ve İran gibi Esed'in meşruluğunu tanımadığının altını çizen Yılmaz, 'Suriye'de anayasa yazılıp seçim olduktan sonra kurulacak hükümetle doğal olarak Türkiye de ilişki kurar. Tahran Zirvesi'nde Sayın Erdoğan'ın özellikle BM'ye vurgu yapması da seçimler sonrası kurulacak hükümetin tüm taraflarca kabul edileceğine yöneliktir. Suriye Arap Cumhuriyeti ile Esed arasında bağlantı kurarak bölgede siyasi barış sağlamak mümkün değil. Türkiye'nin Suriye'nin meşru hükümeti anlayışı ile Rusya ve İran'ın anlayışı arasında fark var. Rusya ve İran, Esed'i kullanmaktan vazgeçmelidir. Seçimler yapıldığında Esed'in kalacağını kimse garanti edemez. Esed ısrarı siyasi çözüm önünde engeldir.'' değerlendirmesinde bulundu.

''Rusya'nın PKK/PYD'yi terör örgütü ilan etmemesi çifte standart''

Prof. Dr. Salih Yılmaz, Başkan Erdoğan'ın Tahran Zirvesi'nde Suriye'de terörle mücadele konusunda 'çifte standart' vurgusunun özellikle Rusya'nın PKK/PYD konusundaki duyarsızlığına dikkat çekilmesi açısından önemli olduğunu belirterek şunları söyledi:

''Malum Astana sürecinin başlamasıyla Suriye'de barış umudu doğdu. Fakat Rusya'nın her olayda İdlib'deki terör gruplarını gündeme getirip PKK/PYD'yi gündeme getirmemesi ilişkilerde güvensizlik oluşturuyor. Kaldı ki Reyhanlı saldırısını düzenleyen Mihraç Ural'ın Rusya'nın hakim olduğu bölgede ikamet ediyor olması, Zeytin Dalı Operasyonu'nda TSK'nın harekatının Rusya'nın talebiyle Tel Rıfat alınmadan sona erdirilmesi de çifte standart olarak görülebilir.

Türkiye, Rusya'nın güvenlik tehdidi dolayısıyla Heyet Tahrir Şam'ı ( HTŞ) terör örgütleri listesine almasına rağmen Rusya, Türkiye'nin güvenlik endişesine bağlı olarak henüz PKK/PYD'yi terör örgütü olarak ilan etmedi. Tel Rıfat'ta hala PKK etkinliği devam ediyorsa bu Rusya'nın da ihmalidir. Buna bağlı olarak ilişkilerde tek taraflı menfaat ve güvenlik endişeleri karşılıklı güvene zarar vermektedir.''

''İdlib'de bir uzlaşma olmasaydı Astana Süreci biterdi''

Türkiye'nin itirazları ve hassasiyetleri doğrultusunda zirveden bir sonuç çıktığını savunan Prof. Dr. Yılmaz, ''İdlib konusunda bir uzlaşma çıkmasaydı Astana süreci biterdi.'' tespitinde bulundu.

Yılmaz, Astana'nın bitmesi durumunda bölgenin tehlikeli bir sürece evrileceği değerlendirmesinde bulunarak, ''Uzlaşma olması sevindirici. Çünkü Rusya-İran-Türkiye ilişkilerinin Suriye'de yara alması halinde diğer bölge ve alanlarda da kriz yaşanabilirdi. Rusya'nın Türkiye ile ilişkilerde PKK/PYD unsurunu yok sayması gelecekte bir risk oluşturuyor. Çünkü Rusya, Esed ile PKK/PYD'yi uzlaştıran, kuzeyde kültürel özerklik içeren bir plana sahip. Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü unsurlarla Rusya'nın görüşmesi ve Tel Rıfat'a kalkan olması ayrıca sorun. Rusya askeri diplomasisi olaylara tek taraflı bakmaktan vazgeçebilirse karşılıklı güven oluşabilir.'' şeklinde konuştu.

''Rusya ve Türkiye'nin birbirine ihtiyacı var''

Prof Dr. Yılmaz, Rusya-Türkiye ilişkilerinin geleceğinin Suriye'de test edildiğini dile getirerek, iki ülkenin Suriye'de ortak bir noktada anlaşması halinde bu politikanın başka alanlara da yansıyacağını kaydetti.

ABD'nin Fırat'ın doğusunda oluşturmaya çalıştığı düzenin ancak Rusya-Türkiye iş birliğiyle bozulabileceğini öne süren Yılmaz, şöyle devam etti:

'Rusya ve Türkiye'nin aslında İdlib'den daha çok Fırat'ın doğusundaki ABD faaliyetlerine odaklanmaları gerekiyor. İdlib konusunda Rusya-Türkiye görüşmeleri devam ederken ABD hem Türkiye sınırına yeni radarlar yerleştirdi hem de silah yardımlarını artırdı. Rusya, PKK/PYD'yi ABD'den kopararak ikna edebileceğini düşünerek zaman kaybediyor. Bu süreçte kuzeyde defakto bir düzen kuruluyor. Astana'daki 3 garantör ülkenin PKK/PYD'ye yoğunlaşmaları hem güvensizlik sorununu azaltır hem de ABD'ye karşı uluslararası bir meşruiyet doğurur. Böyle bir politika zaten İdlib sorununun da kendiliğinden çözümüne katkı sağlar.''

''Türkiye İdlib'de askeri olarak gücünü artırmalıdır''

İdlib üzerine kurulan planların tartışmaların ve Tahran zirvesinden çıkan sonuçların Türkiye'nin İdlib'deki askeri gücünü artırması gerekliliğini ortaya koyduğunu öne süren Prof. Dr. Salih Yılmaz, şunları anlattı:

''İdlib'deki terör gruplarının tasfiyesi ve Rusya'nın askeri üslerinin güvenliğinin sağlanması için İdlib'in yarısının Esed'e teslim edilmesi fikri uygulanamaz. Bu fikir her ne kadar Rusya tarafından zikrediliyorsa da Türkiye açısından hem kendi güvenliği hem de muhaliflerin geri dönüşünün sağlanması açısından uygulanabilir değil. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kendi inisiyatifiyle Fırat Kalkanı Harekatı'nı başarıyla tamamladı. Ardından Zeytin Dalı Harekatı'nda Rusya ile iş birliği yaptı.

Bu süreçte Rusya'nın beklenti içerisine girdiğini görüyoruz. Bu beklenti Türkiye-Esed arasında görüşmelerin başlaması olarak nitelendiriliyor. Fakat böyle bir beklentinin seçimler olmadan gerçekleşmesi mümkün değil. Türkiye, İdlib'de askeri olarak gücünü artırmalıdır. Özellikle İdlib'in güneyinde kendisine ait askeri üs kurulumunu tamamlamalıdır. Bölgede Türkiye'ye ait bir üs olması hem muhaliflerin güvenliği hem Esed saldırılarına karşı caydırıcılığı hem de bölgedeki aşırı unsurların Rus üslerine ulaşmaması bakımından fayda sağlayacaktır. Türkiye, İdlib'de askeri anlamda güçlenmeden bu tür karmaşa ve tehditler devam edecektir.''

''İdlib düşerse mazlum kaybeder''

RUSEN Kafkasya Direktörü Gazeteci-Yazar Saslanbek İsaev ise Başkan Erdoğan'ın Tahran Zirvesi'nde, Suriye'nin bu duruma gelmesine Esed'in sebep olduğunu Ruhani ve Putine anlatmak için gayret gösterdiğini söyledi.

Türkiye'nin Suriye'de yeni felaketleri önlemeye çalışırken, Rusya'nın yeni silahlarını denediğini, Çin'in ise ısrarla bölgeye girmeye çalıştığını dile getiren İsaev, ''Bugün Tahran'da gerçekleşen zirvenin sonuçlarını değerlendirmek için geçmişten yola çıkmamız lazım. Gerçekten Suriye son 7 yıl içerisinde büyük felaket yaşadı. Bir taraftan rejim diğer taraftan da terör ile boğulmuş bir özgürlük mücadelesini görmekteyiz. Bu haklı özgürlük mücadelesinin son kalesi ise İdlib. Bugün İdlib'in düşmesi mazlumun kaybettiği anlamına gelecek ki bu coğrafyada insanlar artık meşru yollarla adaletin işlemesine olan inançlarını yitirmiş olacaklar. Böyle bir durum tek bir tarafın işine gelir o da burada durmadan kan akmasını ve kaos oluşmasını isteyenlerin. Eğer Suriye rejimi geçmişte Suriye halkı ile anlaşmayı tercih etmiş olsaydı belki bugün bir çok mazlum hayatta olurdu. Bence Tahran Zirvesi'nde bu gerçeği gerçekten algılayan tek taraf Başkan Erdoğan idi ve bunu Ruhani ve Putin'e de anlatmak için gayret etti.'' diye konuştu.

İsaev, Türkiye, İdlib'de oluşacak herhangi bir olumsuzluğun insani bir felakete neden olabileceğini düşünürken, bölgedeki diğer güçlerin ise olaya paylaşılacak bir pasta olarak baktığını anlatarak şu değerlendirmede bulundu:

''O zaman herkes bu pastadan pay kapmaya çalışıyor. Rusya'da güvenlik uzmanları İdlib'de hangi yeni silahların deneneceğini tartışıyor mesela. ABD ve Rusya 'DAEŞ'i bitirdik' derken Çin bir grup Türkistanlının İdlib'de bulunuyor olmasını bahane ederek bölgeye girmeye çalışıyor. Türkiye, Rusya'yı ikna etmişken rejim araya Çin'i sokmaya çalışıyor ve Astana üçlüsünün dışından bölgeye yeni oyuncu davet ediyor. Yani kana doymayan rejim İdlib'i de kana bulamak için can atıyor. Ülkenin yarısı başka bir terör örgütü tarafından işgal edilmiş ve ABD'nin dolaylı yönetiminde iken Hatay hakkında militarist açıklamalar yapan bir zihniyet var ortada. Bu zihniyet Rusya ve İran'ın desteği ile kan akıtmaya devam etmek istiyor.

Rusya ve İran Türkiye'ye kulak verince de Esed, başka oyuncular üzerinden baskı yapmaya çalışıyor. Moskova da Tahran da ne kadar insani sebeplerle Suriye'de olduklarını beyan etse de sonuçta bu devletleri buraya getiren ulusal çıkarları. Bu çıkarlara ulaşmışken masada Çin'e veya ABD'ye bu pastayı kaptırmamak için gayret ediyorlar.''

''Rusya ve İran rejimi canavara dönüştürdü''

Saslanbek İsaev, Suriye'ye menfaat için gelen Rusya ve İran'ın ellerinde var olan tek kozun rejim olmasının, rejimi 'şımarık çocuğa' dönüştürdüğü görüşünü savunarak, şöyle devam etti:

''Şımarık küçük canavarı besleyen bu iki ülke, bir nevi kendi çıkarlarının rehini oldu. Rejim ve yandaşları sözde temizledikleri bölgelerde hala halkın kanını döküyor. Asıl mesele burada terörü bahane ederek siyasi muhalifleri bitirmek. Suriye konusunda Astana'da zemini atılmış olan bu güven ortamının dağılmaması gerekiyor. Eğer dağılırsa, kısa vadede belki İdlib mazlumları kaybeder ama uzun vadede bunun hesabını İran da Rusya da öder. Tahran Zirvesi tarihin bir tekerrürü gibi. Soçi-Ankara-Tahran toplantıları, ikinci dünya savaşı sonrası yapılan Roosevelt-Stalin-Churchill zirvesinden daha az önem taşımıyor, hatta daha fazlası...'' AA