İLKHA/ 24 Haziran seçimlerden önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 'ülkede bir affa ihtiyaç var. Dolayısıyla bir affın çıkması gerekiyor.' sözlerini hatırlatan Yavuz, AK Parti ve Cumhurbaşkanlığı kabinesinin ise bu konuyla alakalı gündemlerinde bir affın olmadığını ifade ettiklerin belirtti.
Af yasasına yönelik görüş ve değerlendirmelerini dile getiren Yavuz, 'Bizim affa yönelik ilkesel yaklaşımımız: Devlet eğer bir af çıkaracaksa, kendisine karşı yapılan suçları affetme yetkisine sahiptir. Bir başkasının bir başkasına işlediği suçun affedilme yetkisi devlete ait değil, mağdur olan insanlara aittir. Bizim ilkesel olarak yaklaşımımız bu şekildedir. Eğer söz konusu olan başka insanların, başkalarına karşı olan suçlarla alakalı olan affı ise o konuda mağdur aile, kişi ya da kurumun yetkili kılınması gerekmektedir. Devletin belirlediği belki de sivil toplum kuruluşların da içerisine girdiği, onların o mağduriyetlerini tanzim etmeye ya da diyetini ödeme şeklinde makul ölçüler içerisinde, hem inançtan hem de örfi hukuktan kaynaklanan bu teamüller uygulanırsa, o zaman af ifadesi ma'şeri vicdanı yaralamaz. Çünkü bir insan aşırı derecede mağdur edilmişse, kan davalarının hala var olduğu bizim bölgemizde bir insanın yakını tarafından öldürülen bir insanın yakını, devlet onu af ettiği zaman, bunu kendisi için çok ağır bir durum olarak görüyor ve Allah muhafaza etsin, kendi yöntemleriyle cezalandırma usulüne gidiyor ki burada af, toplumdaki beklentiyi karşılamamış oluyor.' dedi.
'28 Şubat ve FETÖ yargısının mağduru olan kesimlere yönelik mutlaka bir düzenleme yapması gerekiyor'
Yavuz, 'Devlet, terör örgütleri tarafından yönetilir hale gelmişti. Hem FETÖ hem de ergenekon ya da 28 Şubatçı zihniyet, darbeci zihniyetler, devletin idaresinde etkili olmuşlardı. Bu örgütlere yönelik yapılan operasyonlar neticesinde hakim ve savcılar ceza evlerine atıldı. Yapmış olduğumuz tespitlere göre, FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle, mevcut hakim ve savcıların 3'te biri, yargılanarak mahkum edilmiş ve ceza evine atılmış. Burada çok ciddi bir sosyal durum söz konusudur. 3'te bir hakim ve savcıların cezaevinde olduğu bir zamanda, bu hakim ve savcıların almış olduğu kararların ne kadar adil olabileceğini toplumun insafına bırakıyoruz. Böyle bir durum varsa, 'devlete karşı işlenmiş suçlar' olarak ifadesi bulunan, gerek düşünce ve gerek siyasi suçları devletin göz önünde bulundurarak, en azından yeniden yargılama yolunu gündeme getirmesi, bu insanlara yönelik, özellikle 28 Şubat ve FETÖ yargısının mağduru olan kesimlere yönelik mutlaka bir düzenleme yapması gerekiyor. Artık bunun adı af olmaz. Çünkü bu insanlar mağdur edilmiş. Bunun yerine; iade-i itibar ya da hak iadesinin yapılması gerekiyor. Bizim ilkesel anlamda af meselesine yaklaşımımız bu şekildedir.' ifadelerini kullandı.
'Darbe ürünü olan, bir anayasayla bu milletin yönetiliyor olması; bu millete yapılabilecek en büyük kötülüktür'
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde '100 günlük Eylem Planı'nı açıkladığını hatırlatan Yavuz, bunların bir kısmını önemsemekle birlikte, bir kısmının da eksik olduğunu ifade etti.
Yavuz, konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Özellikle, 16 Nisan Referandumuna destek vermemizin ana gerekçesi olan, darbe ürünü anayasasının değiştirilmesi hususunda tekbir cümlenin bulunmamasını çok büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyoruz. 1982'de Amerikan Büyükelçisinin 'Bizim çocuklar bu işi başardı.' denilen, bir darbenin ürünü olan, bir anayasayla bu milletin yönetiliyor olması bu millete yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu kötülüğün ortadan kaldırılması gerekiyor. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Hükümet Kabinesi ve Sayın Başkanın bunu gündemine almamış olmasını büyük bir eksiklik olarak görüyoruz. Mevcut anayasa, darbe ürünü bir anayasadır. Ötekileştirme, ideolojik dayatma esasına dayanmaktadır. Onun yerine halkın, bizlerin-hepimizin inanç ve değerleriyle barışık, yasakçı olmayan, ret, inkar ve asimilasyona dayanmayan, adalet temelli, her hak sahibine hakkını iade ederek, toplumsal barışı, güveni ve istikrarı esas alan bir anayasanın yapılmasını en öncelikli iş ve vazife olarak görüyoruz. HÜDA PAR olarak, muhalefetimizin esasını bunun üzerine inşa edecek ve her seferde sizler aracılığıyla hükümete ve kamuoyuna hatırlatacağız İnşallah.' diye konuştu.
'Türkiye, kendi ekonomisini döviz ile faiz arasında sıkıştırmış durumdadır'
Yavuz, son dönemlerde Amerika ile yaşanan ekonomik temelli gerilimin dış gerekçelerinin olduğunu, 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki sürecin hala devam ettiğini görmekle birlikte, Türkiye'nin ekonomik sisteminin buna müsait olduğunu belirterek, şunları söyledi:
'Ekonomik olarak Türkiye, kendi ekonomisini döviz ile faiz arasında sıkıştırmış durumdadır. Eğer bizim ekonomimizin temeli döviz ile faiz arasında sıkışmışsa, o zaman yabancı müdahalelere açık demektir. Yabancı müdahalelere açık olan bir ekonomik sistemi üzerinden, yabancılarla girişilecek bir kavganın ceremesinin vatandaşa çıkacağını ön görüyoruz. Netice itibariyle de böyle olmuştur. Amerika'nın bize dayatmış olduğu, bize ait olmayan, yerli olmayan, yabancı sermayeye dayalı bu ekonomik sistemde meydana gelebilecek herhangi bir spekülatif hareketlenmenin ceremesini vatandaş çekecektir. Dolayısıyla, kendi ekonomi sistemimizi yerli, bu millete-halka ait hale getirmeden, bu tür gerginliklerin yaşanmasını doğru bulmuyoruz. Yapılması gereken en acil iş, darbe ürünü anayasanın değişmesiyle doğrudan alakalıdır. Hem siyasi hem de iktisadi sistemimizi yerli hale getirmek, dışarıdan yapılacak spekülatif müdahalelere açık hale getirmekten uzaklaştırmaktır. Eğer biz bunu yaparsak, istedikleri kadar dış mihraklar bizimle uğraşsınlar, üzerimizde bir etki-tesir bırakmaz inşallah. Bunun yerine alternatif olarak, üretime dair bir ekonomi modelinin benimsenmesi gerektiğini düşünüyoruz.'
Komşu ülkelerle kavga yerine onlarla olan ticaret hacminin tam kapasiteye çıkarılması gerektiğini söyleyen Yavuz, 'Komşumuz İran ile 35 milyar dolar olan ticaret hacmimizi, 200-300 yüz milyar dolara çıkardığımız zaman, ekonomimizi önemli oranda yabancı sermayeye mahkûm olmaktan çıkaracak, dışarıdan yapılacak müdahalelerden etkilenmeyecek bir boyuta getireceğiz. 15 Temmuz gibi bir felaketin yaşanmasından sonra, ekonomimizin bağlı olduğu batı sistemi; açık-seçik, ayan-beyan, bize yönelik düşmanlığı ortaya çıktığı halde, bunun değiştirilmemesi ısrarını biz anlayabilmiş değiliz.' diye belirtti.
'Dış politikada Türkiye'nin ciddi bir ilkeli duruşu yoktur'
Türkiye'nin dış politikasını eleştiren Yavuz, şunları söyledi: 'Üzülerek belirtmek isterim, Türkiye'nin dış politikada ciddi anlamda ilkeli duruşu yoktur. Şu an Amerika ile yaşanan gerilimde de durum bu. Vatandaş, Amerika ile yaşanan gerilimde, bir sonraki gün ya da bir sonraki hafta, Amerika'yla tekrar kol kola girilemeyeceğinin garantisini veremiyor. Çünkü daha önce Rusya Devlet Başkanı Putin ile düelloya girdik neredeyse. Savaşın eşiğine geldik, daha sonra dost olduk. Daha önce Irak Başkanı Haydar El İbadi ile yapılan tartışmaları biliyoruz. En sonda Irak Kürdistan Bölgesinde yapılan referandumla alakalı, Sayın Barzani'ye yönelik hükümetin ortaya koyduğu anlayış ortada. Ama gelinen aşamada, Sayın Neçirvan Barzani'nin AK Parti Kongresine davet edilmiş olması hem de kavgaya tutuştuğumuz insanlarla dost ve arkadaş olunması, şu anda Amerika'yla yaşanan gerilimden sonra bir dostluğun olmayacağının garantisi de kamuoyu ve millet tarafından görülmüyor. Dolayısıyla dış politikada bir istikrarın olması gerekiyor. Biz, dış politikada bu ilkeli duruşun sergilenmemesini HÜDA PAR olarak büyük bir eksiklik olarak görüyoruz.'
'Suriye'de bir siyasi sistemin inşa edilmesi gerekiyor'
Suriye'de barışın sağlanabilmesi için siyasi yolların kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Yavuz, insanların taleplerini de göz önünde bulunduran bir siyasi sistemin kurulması gerektiğinin de altını çizerek, şunları kaydetti:
'Suriye meselesini daha önceki süreçlerde de ifade ettiğimiz şekliyle; mutlaka siyasi olarak çözülmesi ve barışla noktalanması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye, İran ve Rusya'nın üçlü mekanizmayla içine girmiş olduğu, Astana süreçlerinin devam etmesi ve mutlaka, oradaki hak talebinde bulunan insanların-halkların taleplerini de göz önünde bulunduracak bir siyasi sistemin mutlaka inşa edilmesi gerekiyor. Burada özelikle Türkiye ve İran aktif rol almalı. Suriye'nin toprak bütünlüğü içerisinde ama her türlü kesimin hak taleplerini göz önünde bulunduran ve onların haklarını kendilerine iade eden, bir siyasi süreci nihayete erdirmelidir. Bu kapsamda, önümüzdeki günlerde, Astana sürecinin devamı niteliğindeki üçüncü görüşmenin Tahran'da yapılacak olması, önemsenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu üçlü mekanizmanın, artık bu konuda nihai ve kalıcı bir barışın sağlanması konusunda son kararlarını vermesini de bekliyoruz. Zira bunun ceremesini en fazla Urfalılar olarak bizler ve takip eden süreçte bütün Türkiye çekmektedir. Bunun en fazla bedelini ödeyen bizatihi Suriye'nin halkıdır. Her kesim bundan etkilenmiş, yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca insan muhacir duruma düşmüş ve insanlar şeref ve itibarlarını kaybederek dilenci konumuna düşmüşlerdir. Bu trajedinin biran önce sona erdirilmesi gerekiyor. Her türlü yaşanmışlığa rağmen bunun siyasi olarak çözülmesinden başka bir seçenek biz bilmiyor ve tanımıyoruz.'